VELİ: Arapça, dost anlamındadır. Velinin tanımı, Bu-harî (Rekaik/38) 'de şu kudsi hadisle verilir: "Allah, bir kulunu sevdiği zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. "Bu kul, Allah'tan bir şey istese, bu isteği kabul görür. Allah'a sığındığında, Allah onu korur. "Kim bir Velime düşmanlık yaparsa ona harp ilan ederim" "el-Veli", Allah'ın güzel isimlerindendir. (ontolojik anlamda olmamak üzere) Allah'a yakınlık sağlayan kişilere veli denir. Veli kelimesi hem fail, hem de mef'ûl anlamındadır. Fail olarak, taat halinde devamlı olan kişiyi; mef'ûl olarak da, Allah'ın nimetleri üzerinde devamlı olan kulu ifade eder. Kısaca, sürekli olarak taata devam eden, isyandan uzak duran şehvetlerden kaçınan ariflere, veli denir. Veli kelimesinin çoğulu evliya'dır. Veli nebiden üstün olmamakla birlikte, bir peygamberin velilik yönünün nebilik yönünden üstün olduğu ileri sürülür, ki bunun gerekçesi şudur: Nebilik vehbîdir; herhangi bir çaba gösterilmeden, Allah vergisi olarak bahşedilir. Velilik, kulun çalışmasıyla yani zorlukla elde edilir. Zor elde edilen, kolay elde edilenden daha kıymetlidir. Bizim görüşümüze göre, istenmeden verilen, istenerek alınandan daha üstündür. Hz. Musa, Allah'ı görmeyi istedi, kendisine dağdaki tecelli (aynada ki yansıma) nasib oldu, direkt değil dolaylı görme ile şereflendi. Miraç gecesi Hz. Resûlullah, Allah'ı görmek gibi bir dilekte bulunmamasına rağmen, Allah O'nu direkt cemali ile (zatı ile değil) müşerref kıldı. Velinin özellikleri 1- Veliler masum değildir, mahfuzdur. Masum günah işlemez, mahfuz işler, ancak günahta ısrar etmez. Cüneyd'e soruldu: "Veli zina yapar mı?" Cüneyd bir miktar tefekkürden sonra, "ve kane emrullahi kaderan makdûra" âyetini okuyarak, olabileceğine işaret etti. 2- Velilerde son nefeste imanla vefat etmek garantisi yoktur. 3- Veliden keramet zuhur eder, o da ihtiyaç olduğunda. Durup dururken keramet göstermek, velilikde söz konusu değildir. 4-"Bir velinin bin yıl ömrü olsa, bu süre içinde manevi kemalâtta yükselse, bir peygamberin topuğuna bile varamaz" (Hacı Bayram Veli'nin dam-ad, Eşrefoğlu Rumi'ye yaptığı bir açıklama).
VERA': Arapça, takva, Allah'tan korkmak, şüphelilerden kaçınmak, mubah ve mekruhlarda bile titizlikle davranmayı ifade eder. Kulun gazab veya rıza halinde gayriyi konuşmaması.Bütün gayretini Allah rızasına yöneltmek. Üç tür vera sahibi vardır: 1- Şüpheliler konusunda veraya riayet edenler. 2- Kalbinin kanaat getirdiği konularda veralı olanlar Kalbî yoldan sezmek, ehl-i kulûb ve mütehakkıklara mahsustur. 3- Vecd sahibi arifler. Darrânî şöyle der: "Allah'dan seni alıkoyan herşey, senin için kötüdür". Vera sınıflamasında ilk grub avamın, ikincisi, havassın, üçüncüsü de havassûl-havassındır. Yine bir sınıflamaya göre, vera ehli, üçe ayrılır: 1- Avam: Haram ve şüphelilerden vera. 2- Havas: Şehvet içinde yüzen nefsî isteklerden sakınmak, 3- Havassû'l-havas: Keşf ve keramet sahibinin, keşf ve kerametini insanlardan gizlemeye çalışması. Yine bir ayırıma göre, zahir veraı, bâtın veraı diye iki tür vera vardır: 1- Zahir veraı: Beden organlarının şeriat endeksli olarak hareket etmesi. 2- Bâtın veraı: Kalbe Allah'tan başkasını sokmamak.
VERASET: Arapça, mirasçı olmayı ifade eder. Tâbi olmaktır. 1- Cennetü'l Verâse: Hz. Peygamber (s) e güzelce uymakla oluşan ahlâk cennetidir. 2- Ulûmü'l-Verase: Bu da fıkıhtır. Sûfîler, ilimlerini amele dökmüşlerdir. Bu yüzden onlar ilmin mirasçısı olmuşlardır. Sûfiyye, ilimleri ile, diğer ulemanın yanında yer alır. Ancak onlardan, ulumu'l-verâse yönüyle ayrılırlar. "Alimler Peygamberlerin mirascısıdırlar" hadisiyle anlatılan veraset, işte budur.
VERD-İ MUHAMMEDİ: Arapça, Muhammedi
(s) gül demektir. Tezhible sanat eserlerinden, yaprak ve güller üzerine âyet veya Hz. Peygamber (s)'in özellikleri yazılı olanlara denir. Delail kitaplarında daha çok rastlanır.
Her kimde ki var aşk ile bir derd-i Muhammed (s) Tâ karşısına kordu hemen verd-i Muhammed (s)
VEREN EL ALAN ELDEN ÜSTÜNDÜR: Bu bir hadis-i şeriftir, halk arasında da atasözü olarak yaygındır. "Vermeyi" teşvik eder.
VERKÂ : Arapça, boz güvercin demektir. Nefs-i küllî. Levh-i mahfuz, levh-i kader, budur. Tesviye edilen surete üfürülen ruha da, "Verka" denir, ilk varolan (mevcûd-ı evvel) budur. Varlığına neden olan ilâhî inayet (yardım) ten başka bir sebebi bulunmayan ilk akla, Hakk'ın özel bir yönü (yönelişi) vardır ki o bu özel yön (yöneliş) ile Hak'dan vücûdu kabul etmiştir. Küllî nefsin, birincisi Hakk'a, diğeri de varlık sebebi olan akla olmak üzere iki yönü (yönelişi) vardır. Her varolanın varlığına, başka sebepler olsa da, olmasa da, o mevcudun ilk akla özel bir yönü (yönelişi) vardır. Küllî nefsin, hafâ-i kudsten, suretlere ve şekillere iniş (tenezzül) i olduğu için nefse, "verkâ" adı verilmiştir. Çünkü, nefsin Hak'tan bediî bir iniş (tenezzül) i ve arza lâtif bir inbisatı (yayılışı) vardır. Bazı hakîmler cüz'i nefislere verkâ demiştir.
İnsan ruhuna, nefs-i natıkaya da verkâ adı verilmiştir.
VESAİT: Arapça, araçlar, vasıtalar demektir. Allah ile kul arasındaki dünya ve âhiret sebepleri 3 çeşittir: 1- Ulaşım vasıtaları ki bunlar, Hakk'ın sebepleridir. 2- Kavuşturan vasıta ki, bunlar ibadetlerdir. 3- Ayrılma vasıtaları ki, bunlar, nefislerin haz-larıdır. Ruzbârî şöyle der: O, etkisini hissettirmek üzere, vesaiti, ariflere rahmet kılmıştır.
VESİLE: Arapça, araç demektir. Duada, Allah dostlarını araya koyarak istekte bulunmak: "Ya Rab Hacı Bayram Veli'nin hürmetine, beni, anne ve babamı, evladlarımı salihlerden eyle!" demek bir vesile olduğu gibi, Allah'ın muttaki kullarından birine "dua buyurunuz da, Allah bize salih kullarından olma şerefini bahşetsin" demek de bir vesiledir. Bunun Kur'an'dan delili, "Allah'a ulaştıracak vesileyi arayınız" (Maide/35) âyetidir. Ancak vesileyi, aracı, amaçlaştırmak da şirkdir, küfürdür. Yukarıdaki Hak vesilelerin şu şekle dönüşmesi bu hususa örnek teşkil eder. "Ey Hacı Bayram Veli beni, anne ve babamı evladlarımı salihlerden eyle!!" ve "Ey Allah'ın muttaki kulu ibrahim! Bizi salih kullardan eyle!" şeklindeki talepler, şirktir ve küfürdür. Zira burada Hacı Bayram Veli ve muttaki kul ibrahim, Allah'ın yerine konmuş, bir başka deyişle bu muhterem zatlar ilâhlaştırılmıştır.
VESM: Arapça, damga basma, nişan vurma vb. anlamları bulunan bir kelime. Allah'ın dilediği şekilde, geçmişteki ilminde mahlukatı damgalaması. Bu, ebedî olarak değişmez ve bu bilgiye hiç kimse ulaşamaz.
VESVESE: Bkz. VİSVAS. VETD : Bkz. EVTAD.
VİCDAN: Arapça, bulmak, iç duygusu, nefis ve batınî kuvveleri ifâde eden bir kelime. Vicdan, vecdden daha özeldir. Zira vicdanın Hakk'a arkadaşlığı vardır, iç hislerle idrak edilen şeylere vicdaniyyât denir.
VİCHET-İ CEMİ'İ'L-ABİDİN: Arapça, kulların tümünün yönü, ciheti anlamında bir isim tamlaması. Ulûhiyyet hazreti.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.