BEYTÜ'L-HARAM: Arapça, haram evi. Allah'tan başkasına yasaklanmış kâmil insanın kalbi.
BEYTÜ'L-HİKME: Arapça, hikmet evi. ihlas'ın yerleşip karar kıldığı kalp.
BEYTULLAH: Arapça, Allah'ın evi. Arifin, kâmil insanın kalbi, veya Ka'be. Kâmil insan bütün isimleri toplayan "Allah" isminin mazharı (ortaya çıkış yeri) olduğundan, bu hey'et-i mecmua ancak ona sığabilir. Bunun için gönüle "mir'ât-ı Hûda" derler. Sûfilere göre, gönül o kadar geniştir ki bütün kâinatı içine alabilir. Fuzûlî hâlâ olmaz sûret-i dil dost fikrinden Bu mânâda ki beytullah derler kalb-i mü'mindir. Fuzûlî
BEYYÛMİYYE: Ali b. Şeyhü'l-Hicaz (ö. 1182/1768-9) tarafından kurulan bir tasavvuf okulu.
BEYZÂ: Arapça'da beyaz anlamına gelen bir kelime. el-Aklu'l-Evvel yani ilk Akıl. Zira, amâ'nın merkezi olup, gayb karanlığından ilk ayrılan şey beyzâ'dır. Feleğinin nuru en fazla olan yine odur. İlk aklın beyazlığı, gaybın siyahlığına tekabül eder. Varlığı yokluğuna tercih edildiği için ilk mevcud beyzâ'dır. Vücud (varlık) beyazdır, adem (yokluk) siyahtır. Ariflerin bir kısmı fakrı, kendinde her madumun tebeyyün ettiği beyaz olarak değerlendirirler. Her mevcud, siyahta ademe dönüşür. Onlar fakr'dan "fakrû'l-imkân"'ı kastederler. Melekler ve ruhlar âlemine de beyzâ denir.
BEYZAVİYYE: Hicriyye'nin şubelerindendir. Hızır(a)'a nisbet olunur.
BEZL: Arapça, cömertçe sarfetmek, harcamak demektir. Bir kimsenin, en son gücünün yettiği bir çaba ile Allah'a yönelmesi. Allah'ı tüm sevdiklerine tercih etmesidir. Bezl-i nefs, isar-ı nefs : Fedakarlık, Bezlu'l-Muhac : Çok sevilen şeylerin Hak uğruna seve seve harcanması. Bezl-i Gah : Bir şeyhin bağlılarına yardım sağlamak üzere, devlet adamları üzerindeki etkisini kullanması.
BEZM-İ ELEST: Farsça ve Arapça iki kelimeden oluşmuş "Elest Toplantısı" anlamında bir tabir. A'raf suresi'nin 172 nolu âyetinde Allah ruhlara "Elestü bi-Rabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusunu yöneltince ruhlar "Belâ" (Evet) dediler, işte bu toplantı, ruhlar bedene girmeden yapılmış, Allah ile ruhlar arasında "misak" (sözleşme) vukubulmuştu. Orada verilen sözün doğruluğunun sınanması için, Allah, ruhları bu imtihan dünyasına gönderdi. Şu anda bu sınavdayız. Allah ile ruhlar arasındaki sözleşmenin meydana geldiği toplantıya "Bezm-i Elest" yani "Elest Toplantısı" denir. Bezm-i ev edna : Yahut daha yakın olma toplantısı, anlamında bir ifade. Miraç'da Hz. Rasulullah (s)'ın Allah'a yaklaştığı son nokta ve orada meydana gelen toplantı. Hiçlik makamı.
BİBERİYYE: Halil Develioğlu (ö. 1933) tarafından Tarsus'ta kurulmuş bir tasavvuf okulu. Halidiyye-i Nakşibendiyye'nin koludur.
BİDAYET: Arapça, başlangıç anlamında bir kelime. Sülûkun başlangıcına bidayet, bu durumda olana da mübtedi (yeni başlayan) denir.
BÎ-DÂRÎ: Farsça, uyanıklık anlamında bir kelime. Sahv, kendinde olma, sekrden uzak bulunma hali, kulluk mertebesi.
BÎ-GÂNE: Farsça, yabancı demektir. Tasavvufi yolu bilmeyen ve bu sistemi tanımayan kişi. BîHANEGİ : Yabancılık.
Bİ-HÛŞÎ: Farsça baygınlık, aklın gitmesi hali. Beşerî özelliklerin silinmesi durumu. Sekr halinde olan kişiye, bî-hûş denir.
BİLEN BİLİR BİLİRİ, BİLMEYEN NE BİLİR BİLİRİ? BİLMEZ İSEN BİLİRİ, BULAGÖR BİR BİLİRİ : Bu tekerleme bilen kişinin gerçek sırrı ve vahdet âlemini bilebileceğini, bilmeyenin ise, bundan mahrum kalacağını ve bir bilene tâbi olup öğrenmesi gerektiğini anlatır. Bilmeyen talib, bilen ise Mürşiddir.
BİLEN SÖYLEMEZ, SÖYLEYEN BİLMEZ : Vahdet sırrına vâkıf olan kişi bu sırrı söylemez. Şayet söylerse, bireysel zevkî bir tecrübe mahsûlü (sübjektif) olması dolayısıyla, o tecrübeyi zevk etmekten (tadmaktan) mahrum kalan kişi, anlatılanı anlamaz. Şeyh Sadi Şirâzi bu konuda şöyle der: Ey seher kuşu, aşkı pervaneden öğren O yanıp yakılan âşık can verdi de sesi bile duyulmadı Bu davaya düşenlerin onu istemekte haberleri bile yoktur. Haberi olana gelince, ondan bir daha bir haber bile gelmedi. Vahdet hakkındaki sözler, aynı zamanda tehlikeyi de bünyesinde bulundurur. Bu yüzden şeyhler, vahdetten bahsederken, bir başka kişiden duymuş gibi (yani nakil yoluyla) anlatırlar. Bayramîlerden ismail Ma'şûkî, Bosnalî Hamza Bali, bu konuda acı örmektirler.
BİLMEK, BULMAK, OLMAK : Olgunlaşmanın üç merhalesi, "Kendini bilen, Rabbini bilir, fehvasınca, bir insanın olabilmesi için, kendini bilerek, tanıyarak, Rabbisini bulması gerekir.
BÎ-MÂR, BÎ-MÂRÎ: Farsça, hasta, hastalık demektir. Tasavvufta, kalp huzursuzluğu, can sıkıntısı, aşk gibi anlamlarda kullanılır.
BİNBİR DONDAN BAŞ GÖSTERMEK : Don kelimesi Türkçe olup, şekil sanat ve elbise anlamında kullanılır. Allah sonsuz gücünü, hikmetini, sayısız mahlûkatından ; vahdetini yine sonsuz varlıklardan ortaya çıkarır. Bu Allah'ın, gücünü, birliğini binbir don (şekil) dan göstermesidir.
BİNBİR GÜN : Mevlevî tabiri. Yeni derviş, yapılan sohbeti anlamak üzere binbir gün hizmet eder. Bu hizmetin yapıldığı yer, mutfaktır.
BÎ-NEVÂ: Farsça, âciz, zayıf, zavallı demektir. Tasavvufta acizlik, çaresizlik anlamında kullanılır.
BÎ-NİŞAN: Farsça, nişansız, adsız demektir. Fena makamı, Zat-ı kibriya, La Ta'ayyün mertebesi.
BİN KERE ALLAH DEMEKTEN BİR KERE EYVALLAH DEMEK YEĞ : Çeşitli olaylar karşısında Allah Allah diye şaşkınlık göstermek yerine, baş kesip eyvallah deyip Allah'ın kudretine teslim olmak anlamında bir atasözü.
BİR ÇIPLAĞI BİN ZIRHLI SOYAMAZ : Buna benzer bir atasözü daha vardır: "Bir çıplağı kırk haramî soyamaz". Varlığına dayanan, benliğine güvenen, bilgisiyle büyüklenen kişi, dünyanın yükünü yüklenmiştir. Ama gerçek varlığa karşı yokluğunu bilen bilgili ise, bilgisiyle bilmediğini öğrenen, benliğini terkeden, her çeşit kayıttan sıyrılan kişi, tam anlamıyla yokluğa ulaşmış yani çıplak hale gelmiştir. Böyle kişilerin soyulacak bir varlığı kalmamıştır. Var imdi miskin Yunus, üryan olup gir yola Yüz çakallu gelürse yalıncağı soyamaz.
BÎ-RENG, BÎ-RENG: Farsça, renksiz, renksizlik demektir. Arif renksizlik makamında her rengi görüp, bilip, değerlendirip, ona göre hareket eder. Zira o, fenada, "Allah'ın rengi" (Sıbgatallah) olan renksizliğe kavuşmuş, yetmiş iki milletin veya (meşrebin) dilini anlar ve konuşur hale gelmiştir. Renksizlikte bütün renklerin bulunduğu gibi, Allah'ın rengi olan renksizliğe ulaşmış sûfilerde de, her meşreb, her renk vardır. Mevlana resmini kırk defa yapmaya teşebbüs edip de yapamayan, daha doğrusu ressam gözüyle sabit bir yüz şeklini yakalayamayan Nakkaş Aynüddevle'ye, renksizliğini öne sürerek olayın, açıklamasını yapmış ve bu sözüyle, her an bir renkte olduğunu ifâde etmiştir. Bu makam, zirveyi gösterir. Zirvede ikiliğe yer yoktur. Orada sadece tevhid vardır. Bu yüzden orada hedef açısından "dinlerin birliği" gerçekleşmiştir. Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan Halka müderris ise hakikatte asidir. Yunus Emre
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.