NAMAZ: Bu kelime Farsça olup, Arapça'sı "salâf'tır. Namaz, İslâm'ın temel şartlarından biridir. Allah âşıkları devamlı namazdadırlar. Yani, namazın dışında da, sanki namazın içinde imiş gibi Allah'ı tefekkür hâlinde, O'nunla birlikteliği ve huzuru "nerede bulunursanız bulunun O, sizinle beraber (ma'a) dir" (Hadid/4) âyetini şuur haline getirmişlerdir. Sûfîler, bu doğrultuda olmak üzere, namazı beş espiri ile algılarlar: 1. Maddî bedenin namazı: Farz ve nafile namazlar, 2. Nefsin namazı: Nefsin kötü isteklerinden sıyrılmak, ruhaniyette mesafe almak, 3. Kalbin namazı: Allah ile huzuru ve murakabeyi devam ettirmektir, 4. Sırrın namazı: Sır deryasına dalmak, mâsivâ ile uğraşmamak, 5. Ruhun namazı: Fena fillah ve beka billah'a varmakla olur. Görüldüğü gibi, mutasavvıflar, namazın iç yüzünü yorumlamakta ve ruhuna önem vermektedirler. Namaz, sırf dış şekliyle değil, içteki derin boyutuyla (huşu) bir şey ifâde eder. Sûfîler bu konuda alabildiğine derinleşmişler ve ona önem vermişlerdir. Çünkü namaz, ruhun Allah'a miracıdır. Bir vuslat sebebi daha doğrusu vesilesidir. Münker ve fahşadan nehyedendir.
NAMAZGAH: Farsça iki kelimeden meydan gelen bu söz, namaz kılınan yer demektir. Şehir dışında kırda ve set üzerinde mihrab konulmak suretiyle, namaz kılmak için yapılan yere verilen addır. Bir yerleşim biriminin bütün ahalisini, namaz için bir araya toplayan alanlara da, namazgah denir. Cuma ve Bayram namazları buralarda kılınırdı. Uzun yol kervanlarının durak yerlerinde aynı şekilde namazgahlar bulunurdu. Hanefî mezhebinde, Cuma namazlarının bir yerde kılınması espirisinden hareketle, her kasaba ve küçük yerleşim birimlerinde, böyle geniş, üstü açık bir mekan bulunurdu. Ankara şehrinin namazgahı, şimdiki Türkocağı binasının bulunduğu yerdi.
NAMAZ OKUMAK : Namaz kılmak demektir. Bu tâbirin orijinal kullanımı Bektaşîlere dayandırılır. Diğer tasavvuf okulları da, onlardan almıştır. Arapça'daki salât, dua manasına geldiği için, Türkçesi olan kılmak yerine, okumak fiili eklenmiştir. Batınîlerin salat kelimesini bu şekilde rayından saptırmaları, namazı sadece duaya indirgemeleri, dinî yıkmaya yönelen bir tavır olarak değerlendirilmiştir.
NANE MOLLA: Beceriksiz, işe yaramaz, yavaş, ağır hareketli, tiryaki kıyafetli yerinde kullanılan bir tâbirdir.
NASILYAŞARSANÖYLE ÖLÜRSÜN : Bu, bir hadis-i şeriften alınmıştır: "Yaşadığınız gibi ölür, öldüğünüz gibi haşrolunursunuz". Erbâb-ı tasavvuf, bu hadis-i şerife önem verirler, dünyada iken iç ve dış hallerini islâm'a göre düzenlemeye çalışırlar.
NÂSIRİYYE: 18. yüzyılda Şaziliyye'nin Fas'daki Tamgrud kolu.
NASİBALMAK: Arapça'da nasib, pay demektir. Özellikle Bektaşîlerde, tarikata girmek isteyen kişiye bir tören uygulanır ve buna nasib almak denir. Tasavvufa girene de nasibli denir. Şeyhin, istekliye tasavvuf dersi vermesi de, "nasib vermek" şeklinde deyimlendirilir. Birine, hangi tasavvuf okuluna mensup olduğunu sormak üzere, "kimden nasiblisin?" veya "nasibin kimden" sorusu sorulur. Bektaşîler nasib almayı, "musâhib kavline girmek" şeklinde ifâde ederler. Bektaşîlikte tarikata giriş töreninde, cem âyini uygulanırdı. Bunun için Meydanda hazırlık yapılır, öteki âyinlerden farklı olarak, yeni aday için bir çıra daha yakılırdı. Ayrıca delili ve şem'ası da hazırlanırdı. Meydan taşının üzerine bir maşraba bal şerbeti veya şeker şerbeti konurdu. Vakit gelince, Baba, Meydan kapısından girer, niyaz taşının yanında yere diz çöker, niyazda bulunurdu. Sonra kalkar, Meydandaki makamları îmâ ve niyaz eder, sonra arzu ettiği herhangi bir makam veya posta otururdu. (Bu tören biraz detaylıdır)
Törenin sonunda istekli, tarikata girmiş olurdu. Bezm-i gamda dostum ben bende sanma naşıyam, Mihnet ü derd ü belânın ben de bir yoldaşıyım. Hayreti
NASÛHİYYE-İ HALVETİYYE: Halve-tiyye'nin ana kollarından Karabâşiyye'nin bir yan dalıdır. Şeyh Muhammed Nasûh el-Halvetî (ö. 1130/1718) tarafından tesis olmuştur. Kabri, Doğancılar'daki (Üsküdar) dergahın avulusundadır. Çeşitli eserleri vardır: Sûretü'l-Mü'min, başta olmak üzere, çeşitli surelerin tefsirini içeren 9 cildlik bir eser, Risale-i Rüşdiyye, Risâle-i Fahriyye, Risâle-i Velediyye, Cem'u'l-Ehâdîs, Şu'abu'l-İmân, Mürâsele-i Pîr, Divan-ı İlâhiyyât, Şerh-i Gazel-i Niyâzî-i Mısrî, Mükâşefât-ı Vâkıât. Tekkelerde okunan meşhur bir ilahîsi:
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.