İBADET : Boyun eğmek, kulluk etmek ve itaat etmek anlamında Arapça bir kelime. Kaşanî'ye göre, âmme için Allah'a tezellülün son noktasıdır.
İBADİYYE: Aleviyye'nin kollarından, Abdullah b. Muhammed el-Yemenî tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu.
İBAHİYYE: Sapık mezheblerden biridir. Bu mezhebe göre, günahlardan kaçınmaya ve farzları yapmaya gücümüz yetmez. Bu âlemde kimsenin rütbesi, gücü yoktur. Herkes mal ve hanım konusunda ortaktır.
İBLİS: Şeytanın diğer adı, çoğulu ebâlis veya ebâlise'dir. Cinlerdendir.
İBNÜ ABBADİYYE: Zerrûkiyye'nin kollarından biri. İbn Abbâd (ö. 792/1390) tarafından kurulmuştur.
İBNÜ BARRACANİYYE: Abdüsselam b. Abdurrahman el-İfrıkî (ö. 536/1141) tarafından kurulmuş bir sûfiyye okulu.
İBNÜ HAREZMİYYE: Abdü'l-Hasan Ali b. ismail b. Muhammed b. Abdullah b. Hırızmî el-Osmânî (ö. XIX. y.y.)'nin kurduğu bir tasavvuf okulu. Sühreverdiyye'nin kollarından biridir.
İBNU'L-ÂRİFİYYE: Abdulabbas Ahmed b. Muhammed b. Musa b. el-Ârif et-Tancî (ö. 586/1190) tarafından kurulmuştur. Cüneydiyye'nin kollarından biridir.
İBNÜ'L-VAKT: Arapça, vaktin oğlu demektir. Tasavvufta geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulmuş, şimdiki ânı yaşayan sufi'ye ibnu'l-vakt denir. Sufî tabirlerinin dışında olmak üzere, bu ifâde, zamanın uyarına giden, vaktin icablarına göre hareket eden, mizaç ve tabiata göre söz söyleyen, müsamahakâr kişiler için kullanılır. İbnû'l-vakt, halin kullandığı kişidir.
Harabat ehline düzâh azabın anma ey zâhid Ki bunlar ibn-i vakt olmuş gam-ı ferdayı bilmezler. Hayalî
İBNÜ'Z-ZEYYATİYYE: Ebû Yakub Yusuf b. Yahya b. isa b. Abdurrahman el-Merâkeşî tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu.
İBRAHİMİYYE: Ünlü Halvetî Şeyhi Kuşadalı ibrahim Efendi (ö. 1264/1849) tarafından tesis edilen bir tasavvuf okulu. Halvetîliğin Çerkeşiyye'sinden doğmuştur.
İBRET: ibret, hâllere bakıp ibret alma, ders alma vs. gibi manaları ihtiva eden Arapça bir kelime. Hayır ve şer konusunda, insanların hallerinin dışa vuran durumlarından ders almak, dünyada (orada insanların başına gelenler, sonra âhirete göçmeleri, âhirette başa gelecekler vs. gibi) gizli hususlardan ibret almak, bu gibi durumlara bakarak, gereği gibi davranışlarda bulunmak şeklinde açıklanan bir tâbirdir. Hz. Peygamber (s) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Dilimin zikir, himmetimin fikr, bakışımın ibret olmasıyla emrolundum". (Sahih-i Müslim, c. V.) Eşyanın dışına ait hikmetleri görmek, hakîmlerin işidir. Varlığın dışa ait formlarından, içyüzüne yönelme sonucu kul, her şeyde Hakk'ı ve O'nun sıfatlarını görür.
İBRİK : Arapça. Özel madenî testiye benzer, genellikle abdest almada kullanılan su kabı. Özellikle tasavvufun erken dönemlerinde sıkça görüldüğü gibi, sufîler, yolculuk sırasında, yanlarında ibrik taşırlar, buna, rekve, mathara ve râviye derlerdi. Bu, yolculuk âdabındandı. Aynı zamanda sünnettir.
İSTİLÂ: Arapça'da deneme, sınama manasına gelir. Bu sınama ya hayırla olur, ya da şer ile veya nimet, ya da hikmetle... Tasavvuf ıstılahında ibtilâ; Allah'ın, sıdkını öğrenmek üzere, kulunu bir takım denemelere tâbi tutmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de açıklandığı üzere, Allah ehl-i cenneti dünyada iken bir takım sınavlardan geçirmiştir: "Biz cennet ehlini sınadığımız gibi, onları (da) sınadık". (Kalem/17)", Allah kalblerinizdekini sınamak için..." (Al-i İmran/104) Allah, katından zafer bağışlamak tarzında belâ-i hasen ve savaşta şiddetle sarsmak şeklinde farklı bir bela ile kulunu imtihandan geçirir. Bu olaylardan sonra kulunun durumuna bakar, halinde, sıdkında, imanında, yaşayışında sapmalar var mı, yok mu, kontrol eder. Böylece kulun ihlası (samimiyeti), Allah'a dayanması ve doğruluğu ortaya çıkar. Bu iki kutuplu denemeye Fecr suresinin şu âyetlerinde açık bir işaret vardır: "Rabbi, kulunu deneyip ona ikram edip, nimet verince, o kul, Rabbim bana ikram etti' der iken, bu nimetin kısılma durumunda "Rabbim bana ihanet etti, der" (Fecr/15-16). İbtilâ; müridin Allah'a kavuşma (yani O'nun ahlakıyla ahlâklanma) sürecinde başından geçen bir çeşit tecrübedir. Bu hayır veya şer suretinde olur. İnsanların arasında en büyük denemeyi geçirenler, nebilerdir. Peygamberler arasında belâya en fazla mâruz kalanı, Hz. Peygamber (s) Efendimizdir. Şer şeklindeki belâ, malın elden gitmesi, çocuğun ölmesi, açlık, korku, mahrumiyet şeklinde görülür. Bu husus Enbiyâ Sûresinin 35. âyet-i kerimesinde şöyle belirtilir: "Sizi fitne olmak üzere hayır ve şer ile deneriz, ondan sonra bize dönersiniz". İnsan sabırlı, cihad ehli ve Allah'tan razı olmayınca, gelen belâya isyan eder; böylece, Allah'a itaat yolundan çıkar, ihlası terkeder, derecesi azalır, noksanlaşır ve hüsrana uğrayanlardan olur. Aksi durumda, gelene sabreder de razı olursa, manevî olgunluğun zirvesine ulaşır. Allah, kulunu mal ile de imtihan ederek, ihlâsının, rızasının derecesini öğrenir. Bilindiği gibi; bir kimsenin yanında mal, mülk olacak, ancak ona en ufak bir meyli bulunmayacak, ona rağbet etmeyecek, işte bu kişiye zâhid denir. Yanında mal, mülk olmayıp da, mala mülke rağbet etmeyene zâhid denmez. Bu şekilde zengin olmakla birlikte zühd sahibi olmak bir ibtilâdır. Zâhid yanındaki malın azalması veya çoğalmasına en ufak bir önem atfetmez.
İ'CÂB: Arapça, kendini beğenmeyi ifade eden if'al babından bir masdar. Kendini, ibâdetini beğenme, önemli bir nefis hastalığıdır; bu, aynı zamanda başkasını küçük görmek demektir. Bkz.: Ucub.
İCABET: Arapça, çağrıya olumlu karşılık vermeyi ifade eden bir kelime. Kulun, Allah ile olan sözleşmesi. Hak ile sohbet, iki kelime ile özetlenir: 1. İcabet, 2. İstikamet, İcabet, söz vermedir. İstikâmet de, verilen sözü yerine getirme, sadâkat göstermedir, icabet şeriat, istikâmet hakikattir.
İCAZET-NAME: Arapça-Farsça bir terkib. İzin mektubu, bir nevi diploma mânâsına gelir. Şeyhlerin, olgunluk makamlarını aşan ve irşad mertebesine yükselip gelenlere, gördükleri terbiye ve irşad sınırları içinde, talihlerin (isteklilerin) terbiye ve irşad edilmesi konusunda verdikleri izin. Bunu belgeleyen, mezuniyet kağıdına da icâzet-nâme denir. İcâzet-nâme alanlara, şeyh tarafından merasimle taç giydirilirdi. Bazı tasavvuf okullarında, taç yerine "hırka giydirmek" tabiri kullanılır.
İCTİBÂ: Arapça, seçmek, kendine ayırmak mânâsına bir kelime. Sufilerin halini iki şey toplar, bir araya getirir. "Dilediğini kendine seçer. Kendine yönelene de, Kendine giden doğru yolu (hidayeti nasib eder) gösterir". (Şura/13) âyeti bu hususu açıklar. Bir grup sufiyye, ictibâyı sırf ictibâya hasrederken, bir kısmı da, yönelme denen başlangıç şartıyla, hidâyete tahsis eder. Harrâz şöyle der: Muhlisler mürid değil muraddırlar. Mevlâları bunları seçmiş, onlar üzerindeki nimeti tamamlamış, onlar için keramet hazırlamış, onlardan istek (taleb)'i kaldırmıştır. Sırf ictibâ, kulun kazanmasına bağlı değildir. Bu, murad (istenen), mahbûb (sevgili)'un hâlidir. Kulun çalışması olmadan, Allah nimetini kendiliğinden, hibe olarak da verir.
İCTİHAD : Arapça. Bütün gücünü harcama manasına gelir. Tasavvuf deyimi olarak, sûfinin, meşakkat ve külfeti gerektiren işlere yönelmesi, onları yapmaya çalışmasıdır.
ÎD: Arapça, bayram demektir. Amelleri tekrarlama sonucu, tecellîlerin kalp üzerinde tekrar bulması manasına gelir. Cem makamı.
İDLÂL: Arapça, naz ve işve yapmak anlamında bir kelime. Allah katında naz sahibi olmak, ve O'nun katında nâzı geçmek.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.