DEYİŞ: Alevî-Bektaşî edebiyatında, çoğunlukla hece vezniyle söylenmiş şiirlere deyiş adı verilir. Bektaşiler bu tür şiirlere, genellikle "nefes" derken, Alevîler "deyiş" der. Batınî inanç sebebiyle, âyet diyenler de vardır.
DEYR: Arapça manastır demektir. Tasavvufî olarak şu anlamı ifade eder: İnsanlık alemi. Düveyre: Zaviye. Deyr-i muğan: Mecusi rahiblerinin ibadethanesi, muğların mabedi. Bu ifade, tasavvufî olarak arif ve evliya toplantısı anlamındadır.
DIŞ İÇİN AYNASIDIR : insanın yüzüne, onun şekline, çizgilerine bakarak iç dünyası hakkında yaklaşık bilgi sahibi olunabilir. Bu sebeple insanın yüzü, onun içini yansıtan aynadır derler. Bu, bir başka atasözünde şöyle tanımlanır: Küp, içindekini dışarı sızdırır. Küpün içinde bal varsa küpün dışına bal, sirke varsa sirke sızar.
DIŞ MEYDANCI: Mevlevî tabiridir. Şeyhin emirlerini dedelere (dedegân) ulaştırıp bildiren, tarikata girecek yeni dervişi şeyhin huzuruna götüren, Mevlevî dervişlerine dış meydancı denir. Büyük tekkelerde (âsitane) iki meydancı bulunurdu. Mutfak hizmetlerini görenlere iç meydancı veya içeri meydancısı denilirdi. Küçük tekkelerde bir meydancı olur, bütün işlere o bakardı. Meydancı, şeyh nereye giderse, yanında bulunur, hırkasını taşırdı. Şeyh, murakabe için mutfaktaki meydana gelince, iç meydancısının vereceği kahveyi şeyhe ve ihvana o dağıtırdı.
DIYA (veya ZİYA): Arapça ışık demektir. Hak, zatı itibariyle, idrak edilmeyen, kendiyle idrak olunmayan bir nurdur. Allah, isimleri bakımından, idrak olunan bir nurdur. Kendisiyle idrak olunan tarzda, kalpte yerleştiği zaman, nurlanmış basiret bu nur ile Allah'dan gayrisini müşahade eder. Işığıyla, yani ışığında müşahede eder, çünkü esmaya ait nurlar, akıl ile anlaşılabilmesi açısından karanlık (siyahlık) ile karışık haldedir. İşte bununla, onun parıltısı örtülü kalır. Allah'ın nuru, bulut ardındaki güneş ışığı gibi, gücünü kaybetmiş olarak zuhur eder.
DÎDÂR: Farsça, yüz, göz, görme, seyretme gibi anlamları olan bir kelime. Tasavvuf? anlamı, sevgili, İlâhî güzelliği seyretmedir.
DÎDE: Farsça göz demektir. Hayır veya şer, Allah'ın herşeyi bilmesi.
DÎH: Farsça köy demektir. Allah'dan gayri herşey (masiva): mecazi ve iğreti varlık.
DİL: Farsça, gönül. Bu terim tasavvufta, nefs-i natıka, sırlar hazinesi, Allah'ın baktığı yer "Allah şekillerinize değil kalblerinize ve amellerinize bakar" hadis-i şerifi'nde bildirildiği gibi. ilâhî kemalin (olgunluğun) ve cemalin(güzelliğin) en güzel tecelli ettiği yer.
DİL-AGÂH: Farsça, gönül gözü açık, basiretli kişiyi anlatan bir ifade. Tasavvufî olarak: ermiş, gönül ehli, kalp gözü açık kişiyi anlatır.
DİLBER: Farsça, gönül götüren demektir. Tasavvufta tutukluk (kabz) halini bildirir. Bu, gönülde üzüntünün sevgi ile birlikte bulunduğu bir haldir.
DİLDÂR: Farsça gönüle sahip ve gönül sultanı, sevgili demektir. Tasavvufta genişlik (bast) halini ifade eder, ki bu da, sevinç ve sevginin bileşimi ile olur.
DlL-GUŞÂ: Farsça gönül fetheden, gönül açıcı anlamında bir ifade. Üns halinde salikin gönlünde ortaya çıkan feyz ve fetih (açılma).
DİLAL: Farsça naz demektir. Sevgilinin cilvesi yüzünden meydana gelen çok şiddetli aşk, şevk ve zevk sebebiyle sâlik'in iç âleminde oluşan ızdırap hali... Bu bir sarhoşluk hali olmamakla birlikte, iradeyi ortadan kaldırdığı için, sâlik, içine doğan herşeyi ifade eder, işte bu ifadeye, dilal yani naz denir.
DİLENMEK: Başta Kuzey Afrika'daki Hedeviye Tarikatı'nda görüldüğü üzere, mübtedî (başlangıç) durumundaki dervişlerin, nefis putunu kırmak maksadıyla kısa süre dilendirildiği görülür. Hindistan'da da, bazı tarikatlarda dervişler ellerinde keşkül (bir tür tabak) leriyle geçici bir süre için toplayıcılık yaparlardı; şimdi rastlanmamaktadır.
DİN: Arapça. Tasavvufî anlamı; tefrika (ayrılık) makamında ortaya çıkan inanç, aşk, sevgi şeklindedir.
Seni sevmek din ü imanım İlâhî din ü imandan ayırma Eşrefoğlu Rumî
DİNLENDİRMEK : Tasavvuf erbabı sönmek, söndürmek fiilini, muhtemelen, pasif buldukları için, onun yerine dinlenmek, dinlendirmek ifadesini kullanırlar. Dinlenmekte, aktivitenin en az noktaya çekilişi, yani az faaliyet söz konusudur. Sönmek fiilinde de tam anlamıyla faaliyetsizlik, eylemsizlik söz konusudur. Tasavvufta ise; gerek iç, gerek dış aktifliğin aynı anda sağlanması gibi bir durum söz konusudur. Bir mumun söndürülüşü, onun enerjisinin bitişini ifade eder. Halbuki mumun potansiyel (bilkuvve) olarak enerjisi varlığını sürdürmektedir, işte, bu bilkuvve enerji devam edişine, sönmek fiilini kullanmak bir çeşit paradoksu ortaya çıkarır. Bu yüzden, tasavvufta mum söndürülmez "dinlendirilir".
DİREK : Mevlevî tabiridir. Sol ayağa direk denir. Derviş semada dönerken sol ayağı sabit, sağ ayak da onun etrafında tur atar. Sağ ayak, sol ayağı döndürdüğü için "çark" olarak anılır.
DİREKTE DURMAK : Mukabele esnasında, bir mazereti nedeniyle semaya girmeyen derviş, sırtını bir direğe bağlayıp ayakta dururdu. Bu şekildeki dervişe Mevlevîler, direkte duruyor derlerdi. Semanın yarısında yorulanlar da, hırkalarını giyip direkte dururlardı. Bazan direkte beklemede olanlar, dördüncü selamdan sonra şevke gelerek, şeyh postunun önünden geçer, hırkalarını çıkarmadan sema'ya katılırlardı.
DİREK TUTMAK : Sema sırasında, olduğu yerde dönüp bir noktada sabit kalma pozisyonuna, direk tutma denir.
DİRİNİYYE: Şeyh izzeddin Ahled (ö. 694/1294} tarafından kurulmuş olup Rifaiyye'nin koludur.
DİRLİK-BİRLİK : Dirlik, huzur anlamındadır. Dinde, dilde düşünce ve yaşayıştaki birlik, toplumun dirliği, yani huzuru için gereklidir, işte bu nedenle, "nerede birlik, orada dirlik" derler. Bektaşî gülbanginde. bu ifade şu şekilde geçer: "Hak erenler, dirlikten-birlikten ayırmaya:"
DİSÂR: Arapça, üst elbisesi, gömlek, battaniye gibi anlamları olan bir kelime. Seyr ü sülükten, verilen görevler ifa edildikten sonra varılan kâmil kulluk mertebesi.
DÎVANEGÎ: Farsça delilik, divanelik, mecnun gibi anlamları olan bir kelime. Tasavvufta âşığın aşkına yenilip kendine hâkim olamaması, âşık gibi anlamlara gelir.
DİZ ÇÖKMEK: Çalışmak, çabalamak anlamındadır. "Üstad önünde diz çökmek", bir hocadan ilim tahsil etmeyi ifade eder.
DOLABI: Mevlevi tabiridir. Mutfak eşyasının mahfuz bulunduğu dolaba bakan cana, dolabı denilirdi.
DON : Kılık, kıyafet, şekil anlamında Türkçe bir kelime. Donanma, donatmak gibi sözlerin kökü budur. Bir erenin başka bir şekle girmesi, mesela güvercin gibi görünmesi "güvercin donuna girdi, güvercin donunda göründü" diye ifade edilir. "Yas donu" siyah bir elbisedir. "Her dondan baş göstermek" her şekilde görünmek anlamındadır.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.