NA'T: Arapça, vasıf, özellik, övmek anlamına bir kelime. Tasavvufta, vasfedenlerin, vasfedilenin fiil, hüküm ve ahlâkından haber vermesidir. Na't, vasf ile aynı manada olmakla birlikte, vasf mücmel, na't ise, fark'tır. Zat kendi nefsiyle kâim olan bir şeydir. İsim, na't ve sıfat, birlikte Zât içindir (Zât'a bağlıdır, ona aittir). Bu üçü, zat sahibi olandan başkasına ait değildir. Zat sahihleri de, müsemmâsız, mevsufsuz ve men'ûtsuz olmaz. Meselâ, Allah'ın el-Kâdir diye bir ismi, kudret diye bir sıfatı, takdir diye de bir na'tı vardır. Hz. Peygamber (s)'in övülmesi konusunda yazılan şiirlere de na't denir. Osmanlı şâirlerinin pek çoğu (hatta hemen hepsi), na't yazmış olmalarına rağmen, bu konuda rekor, Nazîm'e aittir. Canım kurban olsun Senin yoluna Adı güzel, kendi güzel Muhammed (s). Gel şefaat eyle kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed (s).
Yedi kat gökleri seyran eyleyen, Çıkıp arş üstünde cevlân eyleyen, Miracında ümmetini dileyen Adı güzel, kendi güzel Muhammed (s).
Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette vardır zevk u sefası, Onsekiz bin âlemin Mustafa'sı (s), Adı güzel, kendi güzel Muhammed (s).
Aşık Yunus, nitsün dünyayı sensiz, Sen Hak Peygambersin seksiz, gümânsız. Sana inanmayan gider imansız Adı güzel, kendi güzel Muhammed (s). Yunus
NÂ-TEVÂHÎ: Farsça, güçsüzlük demektir, ilâhî irade ve takdir karşısında, âciz ve çaresiz kalma.
NA'T-GÛ: Arapça-Farsça iki kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiş olup, na't söyleyen, demektir. Hz. Peygamber'e övgü şiirleri yazan şâirlere, na't-gû denir.
NA'T-HÂN: Arapça ve Farsça iki kelimenin birleşmesinden oluşan ve na't okuyan anlamına gelen bir söz. Na't-han'lar, eskiden yalnız başlarına camide cumadan önce, tekkelerde de zikir aralarında na'tlar, okurlardı. Osmanlılar döneminde, camide bu işle meşgul kişilere, vakıflardan maaş verilirdi.
NÂ-TIRAŞ: Farsça. Tıraşsız demektir. Mecaz yolu ile edebten yoksun, yontulmamış, kaba adam demektir.
NÂYÎ: Ney çalan kişilere denir. Ancak neyzen tâbiri daha çok kullanılır. Nâyî Osman Dede meşhur neyzenlerdendir.
NÂZ: Farsça, cilve, işve anlamlarına gelen bir kelime. Tasavvufî olarak, aşıkın maşuka güç vermesi demektir.
NAZAR: Arapça, bakmak demektir. Tasavvufî olarak, mürşidin müridine manevî yolla bakışı demektir. Bu bakış, feyzin akmasına ve intikâline sebeptir. Mevlevîlerde nazar şu şekildedir: Ayinde, Devr-i Veledî'de dervişler post önünde birbirlerine karşı durup bakıştıktan sonra, niyaz eder, ardından yine birbirlerine nazar ederler. Şeyhin bu bakışı, müridi çok kısa bir zamanda yetiştirir. Mesela Hacı Bayram Veli, halifesi Şeyh Lütfullah'ı, Ankara-Balıkesir yolculuğu sırasında, kısa zamanda nazarla yetiştirmiş ve onu Balıkesir'e halife olarak nasb etmiştir. Tasavvuf erbabı "ben", "sen" yerine "fakîr", "hakîr" ifadelerini kullandıkları gibi, "nazarım, nazarlarım" gibi ifâdeleri de kullanırlar. Nazardan düşmek; şeyhin teveccühünden, gözünden düşmek, demektir. Nazara uğramak; göz değmesi, nazar değmesi demektir. Ancak bu kelime, sûfîler arasında, bir büyüğün teveccühüne mazhar olmak şeklinde, olumlu manada kullanılır. Nazara gelmek, göz değmesi demektir. Nazar etmek; birine teveccüh etmek, onu hâl ehli etmek anlamına gelir. Safa nazar, temiz bakıştır. Aynı şekilde, bunun zıddı kem nazar da, kötü bakış demektir. Bakışıyla insanı olgunluğa eriştirmek gücüne sahip kişiye, sâhib-nazar derler.
Mevlânâ Hüdâvendigâr bize nazar kıldı, Anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır. Yunus Emre
NAZAR BER KADEM: Arapça ve Farsça kelimelerden mürekkeb bu ifade, ayağa bakmak anlamına gelir. Nakşî ıstılahındandır. Sülük gören kişinin, nerede olursa olsun, zihnî konsantrasyonunu dağıtmamak için hep ayağının ucuna, yürüyeceği yere bakmasıdır. Bu, kendini beğenme hastalığından kurtulmaya vesile olarak görülür. Bu şekilde varlık mertebeleri aşılıp mahviyete ve fakra erilir.
NAZAR-I HAKKANÎ: Arapça, hakikate ait bakış demektir. Mürşidin bakışıyla dervişin cezbeye maruz kalması ve bu suretle fenaya ermesi yerinde kullanılan bir ifâdedir. Ancak bu nazar, tefekkürî bir bakıştır.
NAZARIN: Arapça, bakışın demektir. Mevlevi ıstılahıdır. Bunu, Bektaşîler "nazarım" diye kullanırlar. Tasavvuf yolunda varlık ifade eden ben, sen gibi enaniyet sözleri yerine "fakir" veya "nazarım" tabirleri kullanılır. Mevlânâ bu konudaki bir beytinde, "insan nazardan ibarettir, üst tarafı etle deridir, gözünün gördüğü şey, onun hayrıdır"der. O, bununla "basiret gözü açık ve kendisi uyanık kimse, insandır" demek istemektedir. Bir Mevlevi, birine "nazarım" demekle, Mevlânâ'nın bu beytinin mealini imâ ederdi.
NAZARLIK: Nazar isabetine engel olacağına inanılan ve elbiseye takılan mavi renkli boncuk vb. şeylere, nazarlık denir. Nazar takımı denen özel bir nazarlık daha vardır ki, bu, mavi boncuk, muska, çörekotu ve maşallâh'tan oluşur. Nazarlık böcek boynuzu, hakik, kurtdişi (bunu çoğunlukla gümüş bir sapa geçirirler) tosbağa gözeği, yedi gözlü boncuk, tazı boncuğu (denizden çıkar) gibi şeylerden de yapılır. Günümüzde, üzerinde "maşaallah" yazılı altın, mavi kordela, mavi boncuk takma âdeti devam etmektedir.
NAZİK-İ HAVALAN: Allah'ın yarattıkları üzerinde tefekkür eden arifler.
NAZİLETÜ'L-ARŞ : Kur'ân-ı Kerim.
NAZ-NİYAZ: Naz aşıklara, niyaz ariflere mahsustur. Niyaz Farsça, yalvarmak, dilemek, gönül alçaklığında, bulunmak, dua etmek, selam etmek, hürmet etmek anlamlarına gelen bir kelimedir. Naz ehlinin Allah'a nâzı geçer. Bunlardan sık sık şatah ifâdeler (dikişsiz sözler, sümüklü manalar) zuhur eder. Naz ehlinde, alışıla gelen edeb tavrına rastlanmaz. Niyaz ehli olanlar da ise; edeb, islam'ın kurallarına uyma, esastır. Aşk u niyaz etmek ve niyaz etmek, selâm karşılığında kullanılır.
Lezzet-i nâza gerçi söz yokdur, Liyk zevk-i niyaza aşk olsun. Nâbî
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.