ESBAB: Arapça, sebepler anlamına çoğul bir kelime olup, tekili "sebeb" dir. Vesileler, vasıtalar, araçlar. Tasavvufta herşey Allah'a götüren bir sebep, O'nu gösteren bir âyettir. Araçlar, yani sebepler amaç haline getirilmediği sürece problem yoktur. Araçlar amaç haline getirilirse, buna putlaştırma veya şirk denir. Sebeplerde takılmamak gerekir. Çünkü sebeplerin (şirk-i esbâb) tesiri âdi, müsebbibin (sebebi yaratan Allah'ın) etkisi ise hakikidir. Ki bu inancı taşımak tevhidin temelini oluşturur.
el-ESMAU'L-HÜSNA: Arapça sıfat tamlaması olup, güzel isimler demektir. Tasavvufta Allah'ın güzel isimlerine el-Esmaü'l-Hüsna denir. (Bkz. ALLAH).
ESMA-İ SEB'A: Arapça, yedi isim demektir. Allah'ın yedi güzel ismi. Esma zikri çeken tarikat mensuplarının virdleri, şu şekildeydi: 1. La ilahe illallah 2. Allah, 3. Hû, 4. Hakk, 5. Hayy, 6. Kayyûm, 7. Kahhâr. Bu zikir usûlü, Halvetî büyüklerinden İbrahim Zâhid-i Geylânî'den kalmıştır. Bu yedi isim, usûl, fürû', tebdîlat ve tasarrufât adı verilen şekillerle 28'e kadar çıkar.
ESMAR: Arapça, meyveler demektir. Ana isimler (aslî isimler)in toplanıp bir araya gelmelerinden birtakım başka isim ve mânâlar ortaya çıkar ki buna, esmar (meyveler) denir. Nikah da denilen, küllî esmâr beştir: 1. İlâhî isimlerin içtimâi : Bunun semere (meyve)'si, ilimde belirginleşen gerçeklerin suretleridir. 2. Manaların içtimâi : Bunun semere (meyve)'si, nefsde belirgin hâle gelen ruhların suretleridir. 3. İctimâ-ı ervah (ruhların bir araya gelmesi) : Bunun semeresi, basit madde ve misal âleminin suretleridir. Arz ve kürsî gibi. 4. Basit maddenin ictima'ı : Bunun semeresi, cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlardır. 5. Cinslerin, fasılların ve insanî hakikatlerin ictima'ı ve terkibinden meydana gelen insana mahsus içtima.
EŞBAH: Arapça, karaltılar, cisimler, cesedler demektir. Soyut (mücerred) varlıklarla, somut (müşahhas) varlıklar arasındaki âleme; âlem-i eşbâh veya cihan-ı eşbah denir.
EŞİK : Eve dışarıdan içeri girmek, kapının eşiğinden atlamakla mümkündür. Dışarıdan içeriye girmekle, zahirden bâtına, dıştan içe ulaşıldığı dergâhtaki, evdeki olgun erlere, olgun şeyhlere ulaşıldığı, bu ulaşmaya da eşiğin sebep olduğu kaydedilir. Ulaştırdığı hedefin ulvîliği yüzünden, eşikte de bir ulvîlik görülür. Eşik; yokluk ve tevazu gibi anlamları ifade eder. Tevazu ehli için "eşik gibi ayaklar altında" denir. Taşıdığı yücelik itibariyle eşiğin üzerine oturulmaz, basılmaz. Bir dergâh veya türbeye girilirken eşiği öpülüp öyle girilir. Buna "eşiğe baş koymak" denir. Bektaşîler şeyhin huzuruna veya türbeye ziyaret için girerken şu tercemanı okurlar:
Eşiğine koymuşam can ü ser, Tâ vücûdum ola safi hemçü zer. Eşiğinde hacetim hem budurur: Tâ fakir'e eyle bir hüsn-i nazar.
"Beşikten eşiğe kadar" ifadesinde, beşik doğumu, madde âlemine gelişi, eşik ise mânâ âlemine gidişi yani ölümü ifade eder.
EŞREFİYYE : Eşref oğlu Abdullah b. Eşref b. Muhammed Rûmi (ö. 874/1469) tarafından kurulmuş, Kadiriyye kollarından birinin adı. Kurucusu Eşrefoğlu Rumî, Hacı Bayram-ı Veli'nin kızı Hayru'n-Nisa Hatun'la evlenmiş ve ona damat olmuştur.
EŞREFÎ TÂC: Eşrefiyye-i Kâdiriyye tacına (Eşrefî Tâc) denir. Bu tâc, yedi dilim (terek) li olur, beyaz çuhadan, içi pamuklu olarak dikilirdi.
ETME BULMA DÜNYASI : Herkes, iyi, kötü yaptığının karşılığını mutlaka bulacaktır.
ETVAR-I SEB'A: Arapça, yedi tavır demektir. Yedi tavır şunlardır: Tab', nefs, kalb, ruh, sır, hafi, ahfâ. Nefsin yedi derecesine göre değişen hallere de, Etvar-ı Seb'a denilmiştir.
ETYEMEZLER: Tasavvuf tarihinde vejeteryan diyet uygulayan sufiler vardı. Yine bunun gibi, yaz mevsimi nefsini körletmek üzere soğuk su içmeyenler de görülürdü. Bir küçük parça et yemenin, kalbi belli bir süre katılaştırdığı kanaatini taşıyan bazı sufiler, et yeme konusunda perhizkâr davranırlardı. Yani eti haram telakki etmezler, ancak nefsi güçlendireceğinden hareketle, yememeyi tercih ederlerdi. Tabiatta saldırgan, yırtıcı hayvanların et, pasif, yumuşak başlı hayvanların da ot yediği göz önünde tutulursa, bu hususun bir parça tutarlı olduğu görülür. Ancak, Allah, şer'î açıdan belirttiği ölçüleri haiz bulunan etlerin yenmesini helal kılmış, Hz. Peygamber (s) de yemiştir. O halde yenmesi gerekir. Bu son fikirle birlikte, et yemez sufilerin, Allah'ın helal kıldığını haram kıldık lan söylenemez. Zira onlar mubahlarda da azimet yolunu seçmiş ve o yolda gitmişlerdir. Onların halleri, kendi yaşadıkları iç âleme paralel olarak gerçekleştiği için, davranışları sadece kendilerine mahsustur, genel avam için asla ölçü olamaz. Ölçü, Kur'an-ı Kerim'e endeksli, sağlam zemindir. Kişi, takvasına göre "gücümüz yettiği ölçüde takvalı olunuz" (Tegâbûn/1 6) yolunda duyarlılıkla yücelir, yükselir. Bu da ayrı bir incelik. İşte bu incelik, Kur'anî-Nebevî İslam zemininde gerçekleşir. Etyemez bir grup sufinin, bu zemini inkarla, et yemeyi terk etmeleri ve ete haram gözüyle bakmaları gibi bir husus, tasavvuf tarihinde asla varid değildir.
EVBAŞÎ : Evbaşlık terbiyesizlik, yaramazlık ve haydutluk anlamında bir kelime. Allah sevgisinin güçlü etkisi sonucu, salihin işlediği salih ameller ve terk ettiği haramlar için, Allah'dan karşılık beklemesi.
EVBE: Arapça, dönme demektir. Sevab beklemeden, ceza korkusunun etkisinde kalmadan, Allah'ın emrine uymak için tevbe etmektir. Bu, nebi ve mürsellerin özelliğidir.
EVCU'L-İMKAN: Arapça, imkanın zirvesi demektir. Dünyaya en uzak olan yıldıza eve denir. Tasavvufta, ilâhî âlem için, "evcu'l-imkan" ifadesi kullanılır.
EVLİYA : Arapça velî kelimesinin çoğulu olup dostlar anlamını ifade eder. Hayatını nefis mücadelesi ile geçirerek, şeriatı takva boyutundaki inceliğiyle yaşayan, Hz Peygamber (s)'e tam anlamıyla uyan kaya gibi sert olmaktan kaçıp, toprak gibi davranmayı hedef edinerek, diken yerine gül yetiştiren bahçıvan şeklinde aktiflik gösteren kişiye, evliya denir. Allah'a dost olabilmiş kişinin yatağı, ümmetin problemlerine "ümmetî" dua ve psikolojisiyle yaklaşması sebebiyle dikenlidir. Gece, ya çok az uyur veya hiç uyumaz. Velî, Allah'ın heryerde oluşunun bilgisine ve bilincine ulaştığı için, insanlar arasındaki davranışı, yalnız iken olan davranışına uyar. O, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur; böylece iç-dış birliğine (tevhidine) ulaşır. Velinin bir ilahı vardır. O, bir ilah uğruna makam, mevki, kadın, altın, gümüş, şöhret arzusu, çocuk, eş, ev, köşk gibi ilahları terk etmiştir.
Veliler takvaya endeksli bir hayat yaşadıkları için, dualarının kabul sür'ati ve şansı fazladır "Allah müttakilerden daha çok kabul eder" (Maide/27). Evliya, Kur'an insanıdır, Rasûlullah (s) gibi...
EVDIYE-İ SÜLÜK: Arapça, sülük vadileri demektir, sufi için her derece, bir sülük vadisidir.
EVLİYÂİYYE : Batıl tasavvuf fırkalarından biridir. Velilerin hayat ve mematında kudretinin azametine, taharetine ve ismet sahibi olduğuna inanır. Bunlar, velayetin nübüvvetten üstün olduğu kanaatindedir. Yine Evliyâiyye'ye göre; kul, belli bir mertebeye ulaşınca ondan şer'î yükümlülükler ve ibadetler düşer. Halbuki Hz. Peygamber (s)'imizden düşmemişti.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.