KEŞKÜL: Farsça, bir yemek kabı, tas. Hindistan cevizi kabuğu veya abanoz gibi sert ağaçtan yapılır. Dilenmede kullanılır. Bu yüzden dilenci çanağı da denir. Bu tas, iki ucundan bir zincirle bağlanırdı. Yolculuğa çıkan bazı tarikatlara mensup dervişler,
bu tası yanlarında taşırlar, yiyecek ihtiyacını başkalarından isteyerek giderirlerdi. İstenen kişi keşkülün içine ekmek, buğday, pirinç vs. gib yiyecekler atardı. Özellikle Asya kökenli bazı tarikatlar, nefsi kırmaya yönelik olmak üzere bu uygulamayı yaptırmışlardır. Mesela Çiştiyye. Keşkül ile dolaşmaya, "Selmane çıkmak" denir.
Terkeylemiş cihanı gönül yahut etmemiş Bâr-ı giran olur mu hiç abdala Keşkülü. Mehmed Rakım Paşa
KEVKEBU'S SUBH: Arapça, sabah yıldızı demektir. Ortaya çıkan ilk tecelliye, Kevkebu's-Subh denir. Nefs-i Küllinin zuhurunu tahakkuk ettiren kişi, "Gece kararınca bir yıldız gördü" (En'am/76) durumundaki Hz. ibrahim gibidir.
KEVN: Arapça, oluş, olmak anlamında masdar. Birşeyin varlığı veya mevcudatın tümü demektir. Bir şeyin bir şeye dönüşümü yavaş olursa kevn, hızlı olursa hareket denir. Yine, "madde" de suretin husulüne, kevn denmiştir. Hakikat ehline göre, Hak olmak bakımından değil de, âlem olmak bakımından ele alınırsa, âlemin vücuduna "kevn" denir, iki türlü kevn vardır: 1. Kevn-i Latif, 2. Kevn-i Kesif, ilki soyutlar, sıfatlar ve manalardan oluşur. İkincisi, üç boyutlu hissedilen, unsurî kevndir.
KEVNEYN: Arapça, iki âlem anlamında ikil bir kelime. Dünya ve Ahiret.
KEVNU'L-FUTUR: Arapça, yaratılanın oluşumu demektir. Taayyünatın ayrışması (temeyyüz) ile, Hakk'ın vahidliği çoğalır. Bu da, zatî ehadiyyetle İlâhî cemiyyetin ayrılmasını gerektirmez.
KEVN-İ CAMİ: Arapça, toplayan âlem demektir. İnsan-ı Kâmil.
KEVN Ü BEVN: Arapça, olma ayrılma anlamlarında. Halk içinde Hak ile olmak.
KEVN Ü FESÂD: Arapça, olma bozulma. İçinde yaşadığımız âlem.
KEVSER: Arapça, çokluk, çok şey demektir. Cennette Allah'ın nimetlerinden olan bir ırmak. Bu ırmağın suyu baldan tatlı, kardan soğuk, bir içen bir daha susamaz. Cennetin diğer ırmakları Kevser'den çıkmıştır. Pek çok hayr.
KEYÂLİYYE: Rifaiyye'nin kollarından biri olup, ismail er-Rİ'fai el-Keyalî (ö. VII/XII. y.y.) tarafından kurulmuştur.
KIBLE: Kabe istikametine kıble denir. Tasavvufta mürşid, sevgili, Hak gibi manaları ifade eder. Avamın kıblesi Ka'be, havasın arş, havvâssu'l-havvassınki ise, kâmil arif kişilerin kalbidir.
KIDEM: Arapça, ezelîlik, varlığın üzerinden uzun zaman geçme hali, gibi anlamları ihtiva eden bir kelime, Zatî vücûdun hükmünden ibarettir. Zatî vücud, Hak için kıdem ismini ortaya çıkarandır. Zira zatı itibariyle vücûdu olan, adem (yokluk) ile geçilmemiştir. Adem ile geçilmeyenin de, hüküm yönünden kadim olması gerekir. Kadîm, Hakk'ın ilminde, kul için saadet (Cennetlik olma), şekavet (Cehennemlik olma) bakımından sabit olan şeydir.
KILAVUZ : Yol gösteren, mürşid. Tefsir hocasının önünde oturmadan tefsir. Fıkıh hocasının önünde oturmadan fıkıh. Nahiv hocasının önünde oturmadan nahiv. Tıp hocasının önünde oturmadan tıp, öğrenilemeyeceği gibi, "sürekli Allah huzurunda olma" (ihsan) şuurunun eğitimini verecek bir tasavvuf hocasının önüne oturmadan da, tasavvuf öğrenilmez. Özellikle tasavvuf; kitap ve laf ile değil, "hal arzı", ile öğrenilmesi gerektiği için, roman okur gibi okuma, taklid boyutundan öte bir fayda sağlamaz. Tahkik gerek, tahkik gerek, tahkik gerek... Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz: Yol, iz, usûl, metot bilmeyene uymamak gerek, zira hedefe ulaştıramaz. Yaklaşık bu manada olmak üzere, şu atasözleri de kullanılır: "kılavuzsuz Kabe'ye bile varılmaz", "kılavuzsuz menzil (yol) alınmaz", "Kuş bile kılavuzsuz olmaz".
Hacca vardım der isen Kande vardın hacca sen Kılavuzsuz kuş uçmaz Bunca dağ u dereden. Kaygusuz Abdal
KILDAN İNCE KILIÇTAN KESKİN : Allah'a giden yol, çok ince dengeler üzerinde kurulmuştur. Bu dengelerin korunmasındaki zorluğu anlatmak üzere "kıldan ince, kılıçtan keskin" denmiştir.
KILICÎ TÂC: Buna, "Külâh-ı Seyfî" denir. Mevlevi sikkelerinden birinin adı.
KIRDINSA YAP, DÖKTÜNSE DOLDUR: Başkalarını kırmadan bir hayat sürdürmek, güzeldir. Yıkıcı olmamak, yapıcı rol üstlenmek, kırık kalpleri tamir etmek gerek. Zira Allah, "kalbi kırıklar"ın yanındadır.
KIRK, KIRKLAR : Tasavvufî gelenekte kırk sayısının bir özelliği vardır. Bu da, Hz. Musa (a)'nın Tur Dağı'nda, Allah ile olan kırk günlük münâcâtıyla temelini bulur. Hiyerarşik veliler zümresinde, kırklar da, dünyanın hükümranlığına iştirak ederler.Kırk ile ilgili bazı atasözleri ve deyişler şunlardır: Kırk dükkan süprüntüsü : Eski istanbul'da çocuklar, kırk dükkandan süprüntü toplarlar, bunları çörek oluyla karıştırıp ateşe atarak tütsü yaparlar, bunun nazara iyi geldiğine inanırlardı. Olgunluk yaşı olarak kırk görülür. Hz. Peygamber (s) Efendimize bile, peygamberlik kırk yaşında gelmiştir. Bunun için kullanılan atasözleri ve deyişler şöyledir: "Kırkına gelmek", "kırkını aşmak", "kırkına varmak", "kırkına vardı, hâlâ adam olmadı", "kırkını aştı, hâlâ uslanmadı", Bir sözün tutulması "kırk kere söyledim", "kırk yıldır söylerim" gibi deyişlerle anlatılır. Kırklamak: Dünyaya yeni gelmiş bir çocuğun, hamamda, anasıyla beraber yıkanmasına kırklamak denir. Tasın suyla, kırk kere besmele okunarak doldurulup dökülmesiyle, kırklama geleneği yerine getirilmiş olur. Bu banyo, hamamda, törenle, eş-dost beraberliğinde yapıldığı için "kırk hamamı" diye de anılır. Biri uzun süre ortada görülmezse, "kırklara karıştı" denilir. Bir şeyin eski oluşu, "kırk yıllık" deyişiyle anlatılmak istenir. Olgunluk geldiği halde, çiğ davranış sergileyenlere, "kırkından sonra azanı, teneşir paklar" denir. Hüküm sona göredir, bunun için "kırk gün günahkar bir gün tevbekâr" denmiştir, "kırk derviş bir sofrada yemek yer, iki padişah bir ülkeye sığmaz" atasözü, dervişlerde paylaşım, işar ve katılım, saltanatta ise bencillik hastalığının bulunduğunu ifade eder.
KIRKBUDAK : Bektaşî tâbiridir. Hacı Bektaş tekkesinde bulunan kırk kollu bronzdan mamul şamdana, kırk budak adı verilir. Nevruz ve On Muharrem akşamlarında olmak üzere, senede iki defa yakılır. Erenler meydanında bulunur.
KIRKLARMEYDANI : Hacı Bektaş'taki merkezi tekkede, iki parmaklık içinde bulunan yere, kırklar meydanı denir. Sağdaki parmaklık boyunca, çok sayıda şamdan, dizili olarak bulunurdu. Bu şamdanların ortasında, kırk budak adı verilen şamdan yer alırdı.
KIRKLARŞERBETİ : Bektaşîlikte, "Nasib Gecesi" içilen şerbete "Kırklar Şerbeti denir. Beyaz bir kase içinde hazırlanan şerbetten önce, baba bir yudum içer, ardından diğer canlar kıdem sırasına göre bu işi devam ettirirlerdi. Bu şerbet, cennetteki Kevser'in timsali olarak görülürdü.
KIRK MAKAM : Bektaşîler, erenler meydanı için, makam tâbirini de kullanırlardı.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.