MESÂLİK-İ CEVAMİ'İL-EŞYÂ: Eşyayı toplayanların yolları anlamında Arapça bir tamlama. Kâşânî şöyle der: Bilinen ve görülen fiilî ve vasfî durum söz konusu olmaksızın, zâtın zatî isimler ile zikredilmesidir. Allah'ın bütün isimlerinin aslı, mutlak zât'tır. Onu ta'zim etmenin en yücesi ve muazzamı, bütün sıfatlarını da içine alan mutlak ta'zimdir. Zikreden biri, ilmi, vücûdu ve kudretiyle öğdüğü zaman bu, övenin tazimiyle kayıtlı kalır. Ama el-Kuddûs, es-Sübbûh, es-Selam, el-Aliyy, el-Hakk gibi isimlerin imamları olan zatî isimlerle öğdüğü takdirde o vakit ta'zim O'nun bütün kemâlâtına yayılır. Kısaca Allah'ı zati isimlerle zikretmeye mesâlik-i cevâmi-i eşya denir.
MESE: Arapça ibret, darb-ı mesel, benzer, delil, hüccet ve sıfat, gibi çeşitli anlamlan vardır, insanın, üzerinde ettiği surete mesel denir.
MES'ELE-İ GAMİDA: Çözümü zor problem anlamına Arapça bir tamlama. Hakk'ın zahir ismiyle tecelli ederek yokluk (adem) üzere zuhur eden vücûd, yahut a'yân-ı sabitenin sürekliliğini ifade eden bir kavramdır. Vücûd tercihi, adem üzerine anlarla devamlı olmazsa ta'ayyün olamaz. Bu zevkî ve keşfî bir iştir. Fehm ondan haber verir, akıl ondan yüz çevirir. Allah kader sırrını seçtiği kullarına açar, o da, bu sır ile, her takdir edilenin, vakti gelince vuku bulmasının vâcib olduğunu anlar, takdir edilmeyenin de kesinlikle meydana gelemeyeceğini görür. Bunu bilen, isteme ve bekleme derdinden, elden kaçan şeye üzülmekten kurtulur. Bu konuda Enes (r)'in şu sözü meşhurdur: "Senelerce Hz. Rasulullah (s)'a hizmet ettim, yaptığım veya yapmadığım bir iş için, bana bunu niye yaptın veya yapmadın diye tek bir lâf bile söylemedi". Kâşânî'nin kader konusunda bu hadisi zikretmesi, gerçekten ilginçtir.
MESH: Bir şeyin şeklini, çirkin bir şekle çevirmek, insanı hayvana döndürmek anlamında Arapça bir söz. Kalbin durumunu değiştirmesidir ki, kapıdan kovulanların durumu budur. İrâz etmek, kalben bir şeyden yüz çevirmek anlamında da kullanılır.
MESNEVÎ-HAN: Farsça, Mesnevî okuyan demektir. Kürsüde Mevlânâ'nın Mesnevîsi'ni açıp, onu okuyup şerhederek vaaz veren kimseye mesnevî-hân denir. Mevlânâ zamanında bu görev yoktu. Zâten müridlerinin çoğu Farsça bilmekteydi. Mevlânâ'nm yerine geçen Hüsameddin Çelebi, muayyen zamanlarda Mesnevî'yi okuyup şerhetmeye başladı, ilk Mesnevî-hân ve bu işle ilk uğraşan Hüsameddin Çelebi, bazı kişilere, aynı görevi yapmak için icazet verdi. Serâceddin Mesnevî-hân, bunlardan biridir. Ondan sonra şeyh olan Sultan Veled de, aynı görevi sürdürdü. Mesnevî-hânlar özel bir destâr sararlardı. Son zamanlarda Konya'da, Sıdkı Dede, İstanbul'da Hoca Hüsameddin ve Şeyh Osman Selahaddin, Selanikli Mehmed Es'ad Dede, Galata Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzi Dede, meşhur Mesnevî-hânlardandır.
MESNEVÎ-HANLIK KÜRSÜSÜ: Mevlevî tekkelerinde, Mesnevî takrirlerinin yapılması için, yanyana konan iki kürsüye denir. Bu kürsülerden birine Mesnevî-hân, diğerine Kârî Dede otururdu. Mesnevî-hân, ders takririni yaparken, Mesnevî'yi ezberden okur, hatırlayamazsa, yanındaki kürsüde oturan Kârî Dede, önündeki Mesnevî'ye bakarak, ona unuttuğu yerleri hatırlatırdı.
MESTÎ: Farsça, sarhoşluğu ifade eden bir söz. Ma'şûkun cemâlini görmek için, yüzü döndürmek.
MESTÛRÎ: Arapça, gizliliğe mensup anlamındadır. Peygamber ve velîler de dâhil olmak üzere, kâinatta hiç kimsenin idrâkinin ulaşamadığı ilâhî mahiyetin künhü. Gayb-ı Mutlak. Zât-ı Ehadiyyet. MEŞ'AR: Arapça, Hac vazifelerinin ifâ edildiği yer. Şer'î işleri bilmek suretiyle, haramlara ta'zim etmeğe meş'ar denir.
MEŞÂRİKUŞEMSİ'L-HAKİKA: Arapça tamlama. Hakikat güneşinin doğuş yerleri. Ayn-ı ehadiyyeti'l-cem'de, tam fena haline ulaşmadan önceki zatî tecellîlere denir.
MEŞÂRİKÜ'L-FETH: Arapça. Fethin doğuş yerleri. İsimlere ait tecellîlerden ibarettir. İsimler, gayb sınırlarının anahtarları ve zâtın tecellisidir.
MEŞİET: Arapça, dileme demektir. Ma'dum (yok) olanın icadı, mevcûd olanın idamı (yok olması), öne geçen inayet ve zât tecellîsinden ibarettir. Allah'ın istemesi, ma'dumu icad etmek üzere tecellî etmesidir. Meşiet, irâdeden daha geneldir.
MEŞİHAT: Arapça, şeyhlik, şeyhülislâmlık mânâlarını ifade eder. Tarikatta rehber. Bu iş için, kemâl sıfatlarıyla mevsuf bir sûfi olmak, dünya, makam ve mevkinden yüz çevirmiş bulunmak gerekir. Kendisi, bu tarikatı muhakkik bir şeyhten alır, o da bir öncekinden alır. Bu durum Hz. Peygamber (s)'e kadar zincirleme gider. Bu konumdaki kişi, az yemek yeme, az konuşma, az uyuma, insanlara az karışma, çok namaz, çok oruç ve sadaka gibi uygulamalar yaparak, kendisini Hz. Peygamber (s)'e benzetmeye çalışır. O'nun ahlakıyla ahlaklanır.
MEŞHED: Arapça, görme yeri demektir. Hakk'ın tecellî ettiği yer. Şehid kabristanı. Yatırlar, türbeler.
MEŞHÛD: Arapça, görülen, müşahede edilen vs. gibi anlamları vardır. Meşhûd, kevn'dir. Kur'an-ı Kerim'de "Şâhid ve meşhûd" (Burûc/3) ifadesi vardı. Cüneyd buradaki "Şâhid" için, içinde ve sırrında bulunan Hakk'ın muttali olması, meşhûd da şahidin gördüğüdür.
MEŞİŞİYYE: Meşişü'l-Haseni'l-İdrisî (ö. 624/1226)'nin müridleri tarafından Fas'ta kurulan bir tasavvuf okulu. Medyeniyye'nin bir şubesidir.
MEŞK TAHTASI: Mevlevi tabiri, "semâ tahtası" da denir. Sema'a yeni başlayanlar, bunun üzerinde alışma çalışmaları yapar. Derviş, Semazen Dede'nin kontrolü altında, ayağının baş parmağını geçirmeye mahsus bir çivi bulunan bu cilâlı tahta üzerinde, uzun süre sema alıştırması (meşk) yapar. Bu uygulamalarda başarılı olduğu, dede tarafından onaylanınca, semahanede semâ yapmasına izin verilir.
MEŞREB: Arapça, su içecek yer anlamında bir kelime. Bu kelime, hayat tarzı, duyuş ve tutum biçimini gösterir. Anlayış tarzı.
MEŞRİKU'Z-ZAMÂİR: Arapça, gizlilerin doğuş yeri. Allah'ın insanların içlerinde, el-Bâtın ismiyle tecellî etmesi. İşte, o zaman bu kişiler, bâtınlarla müşerref olurlar.
METBÛLİYYE: Mısır'da bir tasavvuf okulu.
MEVÂCİD: Arapça, vecd halleri, buluşlar anlamlarında bir kelime. Keşf ve vicdan vasıtasıyla, yani ilham ve manevî tecrübe ile Allah dostlarına açık olan hâl ve makamlar. Bu durumlar, vecdin kendisi değil, sonuçlarıdır.
MEVALİ: Mevlâ kelimesinin çoğulu olan kelime, Arapça'da köleler, kullar, efendiler ve sahibler anlamlarını ifade eder. "Ben kimin Mevlâsı (yani sahibi) isem (kimin üzerinde tasarruf ve vilâyetim varsa) Ali de onun mevlâsıdır", hadisine dayanarak, bu sözün anlamını, Hz. Ali'nin bendeleri, bağlıları şeklinde benimseyenler olmuştu.
MEVC: Arapça, dalga demektir. Mutlak varlığın, kainatın her mertebesinde ortaya çıkan tecellileri, âlem ve insan, mutlak varlığın, birlik denizinin dalgalarıdır.
MEVLÂNÂ: Sahibimiz, efendimiz, anlamında Arapça bir kelime. Bu kelime tek başına kullanılınca, Mevlevî tasavvuf okulunun kurucusu Mevlânâ Celâleddin Rumî anlaşılır.
MEVLEVÎ: Mevlânâ'nın kurduğu tasavvuf okuluna mensub olanlara verilen ad. Tarikatın adı Mevleviyye'dir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.