HOR BAKMAK : Küçük ve bayağı görmek. Derviş, âlemi Morlukla görecektir. Yani, kendi dışında herşeyi, iyi ve güzel görecektir. Bir başka deyişle, dış âlemde iyi ve güzeli yakalayabilmelidir. Şeyhin biri, dervişleriyle giderken bir kedi leşiyle karşılaşırlar. Dervişler, leş halindeki kedinin kokusundan tiksinir, kimisi yüzünü çevirir, kimisi yol ortasına atana kızar, Şeyh ise "ne de güzel tüyleri varmış" der, geçer gider. Güzeli yakalayabilmek için, güzelliği önce içte gerçekleştirmek gerekir.
HORİ: Farsça, zillet, meskenet demektir. Alçakgönüllülük. "Kim tevazu ederse, Allah, onu yüceltir" (Hadis).
HOŞ GÖRMEK : Her şeyin iyi yanını görmek. "Eşyada aslolan ibahattır" şeklindeki kural, her şeyin özü itibariyle, hakikati itibariyle güzel olduğunu gösterir. Maddedeki öz üzerine inşa edilmiş olumsuz nitelikleri aşıp, ardındaki hakikatin güzelliğini yakalamak, tasavvuf! ruh eğitiminde büyük önem arzeder. Allah'ın Gaffar, Settar, Halim, Rauf, Rahim, Afüv, Gafur sıfatları, hoşgörme ekseni etrafında hâlelenen ince bir espiriyi içerirler. Hoş görmeyi ahlak edinenlerde, Allah'ın bu saydığımız ahlâkı tecellî etmiş olur.
Elif üstün ötürü, pazar eyle götürü. Yaradılanı hoşgör, Yaradandan ötürü. Yunus Emre
HU : Arapça "O" anlamında munfasıl zamir olup, İlâhî isimlerdendir, yani Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Allah'ın zâtını ifade eden, mutlak gayb olan hüviyeti. Zikr, önceleri üç, yedi isimle icra edilirken, sonraları oniki isim ile yapılmıştır. Bazı âlimler "Hû, Hû" diye zikir çekmeyi caiz görmemiş ise de, Muhakkıklar ve Sufilerin arifleri, Allah lafzının, O'nun ulûhiyyet mertebesine delâlet ettiği gibi, "Hû" lafzının da "gaybet-i zât ve hüviyet-i batınî" ye delâlet edeceğine hükmetmişlerdir. "Hû" ile ilgili deyişlerden bazısı şunlardır: Bir işin bittiğini belirtmek için, "Ya Hû" veya "artık bu işe yâ Hû dedik" denir. Şeyh Galib'in şu beytinde, "ya Hû" bir işin bitmesi anlamında kullanılır:
Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla ya Hû Bu değildi neyleyim, bu; yolum intizara düştü. Birisi çağırılırken "Ya Hû" veya "Komşu, Hû" denilir. Dervişlik edeplerinden biri de, eşine adıyla hitap etmek yerine "Hûcuğum" veya "Yâ Hûcuğum" inceliğiyle seslenilir. Bazı gülbangler, gerçeğin Allah katında makbul olduğunu, onun niyaza layık olduğunu bildirmek üzere, "Gerçeğe Hû" sözüyle biter. Mevlâna çoğu zikrini Allah veya Hû sözleriyle yaparmış: Hû derim, Her gece kudsiler üzerine gönülden Hû Hû derim. Mevlâna. Ey safa ehli sûfi, gönülden Allah Hû de Ey vefalı âşık, candan Allah Hû de Mevlâna. Safha-i sadrından dâim âşığım efkârı Hû Şâkirin şükrü Hû Allah'ı zâkirin ezkârı Hû Ravza-i Hû'yu makam et ey Cemâl-i Halvetî Tâ vücûdun mülküne keşfola bu esrar-ı Hû Cemâlî-i Halvetî
HUB: Arapça, sevgi, su kabarcığı gibi anlamları olan bir kelime. Allah'ı sevmek, dünyayı sevmek, makam ve mevkiyi sevmek, hep bu kelime ile açıklanır.
HUBNÂNİYYE: X. Yüzyılda ortaya çıkmış bir Hulûliyye kolu. Allah'ın kula hulul ettiğine (girdiğine) inanan görüş sahiplerine, "Hulûliyye" denir. Ehl-i Sünnet bu görüşü şiddetle reddetmiştir.
HUBS: Arapça, herhangi birşeyin kötü, çirkin ve bozuk olması anlamında kullanılan bir masdar. Mekruh (çirkin) olan şeylere, hubs denir. Âlem, vahdet-i vücûd telakkisine göre Hakk'ın suretidir. Bu yönüyle âlem, temelde iyidir. "Eşyada temel veya esas olan ibâhattır", şeklindeki mecelle kuralının bu espiriye dayandığı şüphesizdir. İnsan, iki sünnet üzere olup, iyiyi kötü vasıtasıyla bilir. İnsan habis (pis)'i tadarak bildiği halde, tayyib (iyi)'i tadmadan bilir. O, kötülüğü tatmadan, kötü vasıtasıyla iyiyi idrakle kendini meşgul eder. Kötünün, nefsinden uzak kalması durumu, "iyi" sonucunu verir. İşte bu yüzden, iyinin varlığına delâlet eden kötünün, âlemden kalkması, sahih olmaz.
HUCCETU'L-HAKK ALE'L-HALK: Arapça, Hakk'ın halk üzerindeki delili anlamına bir ifade. Hakk'ın halk üzerindeki delili, kâmil insandır: Hz. Adem (a) gibi. "Ey Adem (a)! onların isimlerini say" (Bakara/31) âyetinden "gizlemekte olduğumuz şeyler" (Bakara/33) âyetine kadar, Hz. Adem (a)'ın, melekler üzerine delil oluşu bu konuda örnek gösterilir.
HUCUB: Arapça, hicab kelimesinin çoğulu olup, perdeler, engeller anlamına gelir. Kalpte Hakk'ın tecellisine, engel teşkil eden kevnî-şekil izlerine hucub denir.
HUDA: Arapça, hidayete götürmek, doğru yolu göstermek, irşad etmek anlamlarını ifade eder. Matluba, hedefe ulaştıran yol. Dört tür yol vardır: 1- Sâlik-i Sırf : Nefsin sıfatlarından tamamen kurtulamayanlar, şeriat ve tarikatı iyi bilseler bile mürşid olamazlar. Bunlar sâlik olma özelliğini aşamamıştır. 2- Meczûb-ı Sırf : Akıl nurları, aşk ateşi ile yanmış bu kişiler de, mürşid olamazlar. 3-Sâlik-meczûb : Bu gruptakiler sekr'den sahv'a gelemediği ve temkine ulaşamadığı için mürşid olamazlar. 4- Meczûb ve Sâlik : Cezbesi suluktan önce olduğu için, temkine ulaşmış, mürşid olmaya layık kişilerdir.
HUKK: Arapça, haklar demektir. Hakka nisbet edilen herşey hukuk, nefse nisbet edilen herşey de huzûzdur. Birinin olduğu yerde diğeri yoktur. Bir görüşe göre, nefsin hukuku, yaşamı ve devamının bağlı olduğu şeydir. Hazlar ise, bunun üzerine ziyade olan şeydir.
HÜLLE: Arapça, yeni ve güzel elbise, kadın, silah, astarlık kumaş anlamında kullanılan bir kelime. Cennet elbisesi. Hz. İdris'in cennetliklere hülle diktiği söylenir.
Pazarından gül alırlar, satarlar Kokladıban canı cana katarlar Gerçekleri bir kıl ile yederler Mü'minlere hülle donu biçilir. Kul Himmet
HULUK : Arapça, huy, seciye, din ve adet gibi anlamlar içeren bir kelime olup çoğulu ahlâk'tır. Üzerinde fazlaca düşünmeye gerek kalmadan, iyi davranışların ortaya çıkmasını sağlayan meleke.
HULUL: Arapça, içice girme anlamında bir kelime. Allah'ın bazı şeylere veya kişilere girmesine hulul denir. Bu inancı taşıyana "Hûlûlî" inanç sistemine "Hulûliyye" denir.
HULÛLİYYE: Allah'ın bazı sıfatlarının insana hulul ettiğine inanan ve bu halde iken haramlar helal imiş gibi işleyen, sahte, İslâm dışı tasavvuf erbabı.
HUM: Farsça, fıçı, küp gibi anlamlara gelir. Durulan, beklenen yer. Hum-i aşk!: Aşk küpü. Yesevilerin tefe'ül ettikleri bir küp.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.