HİLÂFETNÂME: Tasavvuf okulunu usulünce bitirmeyi başararak, irşad (uyarma, doğruyu göstermek) kabiliyetini elde eden kişiye, mürşidlik yapabilirliğini göstermek üzere, şeyh tarafından bir belge verilirdi ki, buna, hilafetname veya icazetname denirdi. Eskiden, icazet verme işi yoktu. Ancak, zamanla müteşeyyıh denen sahte şeyhler çoğalınca, bu usûle başvuruldu. Ancak bu yolun sahtecileri, varlolmaya ne yazık ki, devam etmişlerdir.
HİLALİYYE: Şeyh Muhammed Hilâlü'r-Rûhü'l-Hemedâniyyü'ş-Şâfiî (ö. 1147/1734) tarafından kurulan bir tasavvuf okulu olup, Kadiriyye'nin kollarındandır.
HİL'AT: Arapça, hediye olarak verilen elbise demektir. Tam olarak kaftan anlamına gelir. Padişahlar ve vüzera tarafından giydirilen şeref elbisesine de hil'at denir. Tasavvufta, ilâhî lütuf veya Allah'ın sâlik'e olan bağışını ifade eder.
HİL'AT-İ UBUDİYYET: Arapça, kulluk giysisi demektir. Allah'ın kuluna yaptığı en büyük ihsanı, ona kulluk elbisesi giydirmesidir.
HİLLET: Arapça, dostluk demektir. Kulun kendi sıfatlarını terkedip, Hakk'ın sıfatlarıyla süslenmesi. Tasavvufta hillet sembolü, Hz. ibrahim'dir. Bu yüzden ona, ibrahim Halilullah denir.
HİMMET: Arapça, azim, enerji, istek, arzu, meyi, şevk gibi anlamları olan bir kelime. Bir olgunluk hali veya kulun bir şeyi elde etmek üzere kalbinin bütün gücüyle Hakk'a yönelmesi. Allah'ın icabeti sonucu vuku bulur; tesir Allah'tandır, kul ise duacı olarak vasıtadır, yoksa kul hiçbir zaman Allah (c) olamaz. Velilerin bu anlam çerçevesi içerisinde şekillenen gücü, Arapça şu atasözüyle anlatılır: Himmetü'r-ricâl takla'u'l-cibâl (Allah adamlarının himmeti, dağları yerinden oynatır). Sülük ile ilgili derecelerin ilkine himmetu'l-ifaka, ikincisine de himmetu'l-enefe denir. İlki sâliki, geçici (fani) olanları terkedip, sürekli (bakî) olanı istemeye yönlendirir, ikincisi amele karşı sevap istemeye sevkeder ki, bu durumda sâlik, Hakk'a, ihsan üzere ibâdet eder. Yine o, yaklaşmayı taleb etmek için Hakk'a teveccühden geri kalmaz.
Dem-i Mesih'den etsen recâ-yı himmet der, Bu deyr-i köhnede biz de duaya muhtacız. Koca Ragıb Paşa
HİMMETİYYE: Himmet Efendi (ö. 1095/1684)'nin kurduğu bir tasavvuf okulu olup, Bayramiyye'nin kollarmdandır.
HİMMETU ERBÂBİ'L-HİMEMİ'L-ÂLİYE: Arapça, yüce himmetlere sahip olanların himmeti
anlamında, zincirleme bir isim tamlaması. Sulukta üçüncü derecenin himmetidir. Bu derecede, sadece Hakk'a bağlanılır, O'nun gayrisine iltifat edilmez. Buradaki sâlik, hallere, makamlara, isimler ve sıfatlarda duraksayıp kalmaya razı olmaz; onun hedefi zâtın aynından başkası değildir.
HİMMETU'L-ENEFE: Arapça, keskin himmet demektir. Sulukta ikinci derece budur. Bu, enefe sahibini amel karşılığı ecir isteğine götürür. Öyle ki, sonunda, kalbine Allah'ın sevap olarak vâdettiği şeyin beklentisi, meşguliyet olarak gelir. Hakk'ı müşahededen geri durmaz. Allah'a ihsan üzere ibadet eder. Allah'a yaklaşmayı istemeye devam eder.
HİMMETU'L-İFÂKA: Arapça, bolluk ve iyilik himmeti demektir. Sülük (manevî tekamül eğitim; yolun) da, himmet derecelerinin ilki olup, bu derecede olan sâlik, faniyi terkeder, bakiye talib olur.
HİNDİYYE: Kâdiriyye'nin kollarından biri.
HİS : Arapça bir şeyi iyice bilmek, yakîni elde etmek, demektir. Nefsin sıfatından ortaya çıkan şekil. Amr el-Mekkî şöyle der: "Bir kimse, vecd galebeleri sırasında bir şey hissetmedim derse, bu yanlıştır. Zira o, hislerin yokluğunun, ancak hisle olacağını idrak edememiştir."
HİTÂM: Arapça, birşeye mühür basmak, birşeyi tamamlayıp, sonuçlandırmak anlamında, bir masdar. Olgunluk ve yücelik derecelerinde, nihayete ulaşmış kâmil insanın makamına, hitâm denir.
HİZMET: Aslen Arapça olan bu kelime, Türkçe'mizde de aynı manada kullanılır. Tekkeye yeni giren, ilmin lezzetini tatmamış, hallerin nefesleriyle uyanmamış sâlikin durumu, hizmet olarak değerlendirilir. Himmet, hizmete bağlıdır: "Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder." (Muhammed/7) âyetiyle, bu espiriye işaret olunur. Nefsini terbiye etmemiş kişilerin, çoğu zaman yaptığı hizmet, onun Allah (c) rızasına ulaşmasına perde olur. Hizmet de putlaşabilir.
HİZMET DEĞİŞTİRME : Mevlevî ıstılahıdır. Mutfağa, 1001 hizmet günü başlangıcı olmak üzere, yeni bir mürid (can) gelince, orada hizmet değişikliği söz konusu olurdu, mesela ayakçılık yapan biri, yeni mürid geldiğinde, bu görevini ona terkeder, kendisi başka bir hizmete verilirdi. Bir mürid, birden fazla hizmete koşabildiği gibi, çok sayıda mürid bir hizmeti yerine getirebilirdi.
HİZMET-İ MERDAN: Farsça, erkeklerin hizmeti demektir. Müridlerin tümünün birlikte yapmak zorunda olduğu işler vardı ki, buna, "hizmet-i merdan" (erkeklerin hizmeti) denir. Müridlerin tek başına gördüğü işe sadece, hizmet denirdi.
HİZMETSİZ YOL ALINMAZ : Hizmetin, insanı olgunlaştıran bir yönü olduğuna işaret eden, bir deyiş.
HİZMET TAMAM OLICAK : Mevlevîlikte, bir müridin 1001 gün süren hizmet çilesinin sona ermesi. Dış Meydancı bu duruma gelen müride, bir hafta önce "erenler, hizmetin tamam oldu" diye duyuruda bulunurdu.
HİZMET TENNURESİ : Mevlevî tennurelerinden birinin adı. Diğer tennurenin adı "Semâ Tennuresi" idi. Sema tennuresi, hizmet tennuresinden daha uzun olur ve semâ esnasında şemsiye gibi açılırdı.
HODBİN: Farsça, kendini iyi gören yani bencil anlamında bir kelime. Kendini beğenmek. Kibirin çeşitli yönlerinden biridir. Yerilmiş bir ahlaktır. Mukabili işar olup, merkeze kendini değil başkasını koymayı, kendinden önce, başkasını düşünmeyi ifâde eder.
HORA GEÇMEK: "Horden" mastarı Farsçada "yemek" anlamında olup, "hor" kelimesi, bu masdardan türemiştir. "Hora geçmek, bir şeyin makbul olduğunu bildiren bir ifâdedir. "Hora geçirdik": Bir şeyi yedik anlamına gelir.
HORASAN ÇERAĞI : Bektaşî tabiri. Cem Ayinlerinde bir kandil veya mum yakılırdı. Ocakta yakılan bu kandil veya muma, Horasan Çerağı adı verilirdi. Diğer mum ve kandiller, Horasan Çerağı'ndan alınan ateş ile yakılırdı. Çerağcının mumları yakmak için kullandığı muma, "delil" denirdi.
HORASAN ERLERİ : Horasan, Melâmetîliğin benimsenerek odaklaştığı bir yer olarak tanınmıştır. Melâmet özelliğini taşıyan kişiler, işte bu yüzden, Horasan bölgesinden olmasa bile, "Horasan Eri" diye anılır. On iki imamın sekizincisinin mezarı, Horasan bölgesinde Tus'da olduğu için, imam Aliyyü'r-Rıza b. Musa Kâzım'a, Şâh-i Horasan denir. Horasan erleri, Anadolu topraklarının İslamlaşmasında önemli rol oynamışlardır.
HORASAN POSTU : Bektaşî tabiridir. Meydanda, kıble doğrultusunda, ocağın yanıbaşında, kandilin tam altında olmak üzere, yere serilmiş siyah post. Bu post, Hacı Bektaş-i Veli makamıdır. Dede baba bile, bu posta oturamazdı.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.