CEVR: Arapça cevr, eza, cefa demektir. Salikin ruhen yükselmekten alıkonması. Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi? Bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi? Pir Sultan Abdal CEZB: Arapça kendine çekmek anlamına gelir. Allah'ın kulunu kendi hazretine çekmesi.
Cezbu'l-Ervah : Ruhların çekilişi demektir. Münacat, muhataba, sırların müşahedesi ve kalplerin yücelmesi vs. gibi inayet ve tevfikten ibarettir. Harraz bu konuda şöyle der: "Allah, veli kullarının ruhlarını kendine çeker, kurbünü ve zikrini taddırır, bedenlerine herşeyden lezzet almayı hızlandırır. Velilerin bedenlerinin yaşantısı hayvanlarınki gibi, ruhlarının yaşantısı da Rabbanîlerinki gibidir. Sufiler cezbeye dair şu tanımı da getirirler: Kulun beşeri özelliklerden çekilip İlâhî özellikleri kazanarak, vahdet tecellîlerini müşahede etmesi. Cezbe ile ilgili şu açıklamalar da ilgi çekicidir: 1-Cezbe, riyazet ve ibadete devamla hislerin yok olmasıdır. 2- Cezbe, Hakka vusuldür. 3- Cezbede şart, kabiliyete bağlıdır. Bu kabiliyet sonradan kulun çabasıyla oluşmaz, Allah tarafından bahşedilmiş (vehbî) dir. İki türlü cezbe vardır: 1- Gizli (Hafi) cezbe: Kulun Hakk'ı sevmesi 2- Açık (celî) cezbe: Hakk'ın kulu sevmesi. Meczub ile mecnun arasında fark vardır. Cezbe, cinnet değildir. Ayaşlı Şakir Efendi bu ikisi arasındaki farkı sadeleştirilmiş şekliyle şöyle anlatır: "Hali değişen bir adamın idraki (anlayışı), ya her zamanki normal beşer idrakinden aşağı inerek mânâsız ve bağlantı kuramaz bir duruma düşer, ya da normal beşer anlayışından, hakikatleri keşfe doğru yükselir. Halkın nazarında her ikisi cünûn (delilik) gibi görülse de, bunların ilki cünûn (delilik), ikincisi ise cezbedir. Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni, Hak'tan elçi gelmeyince neylesin şeyhim beni.
Cezbe noktasında sâlikler iki durumdadır: a) Meczûb-ı Sâlik : Derviş önce cezbeye tutulur meczub olur, ardından da bir mürşide kavuşur, cezbeyle bağlandığı yolu, yolun hükümlerini, şartlarını öğrenir. b) Sâlik-i meczub : Çoğunlukla dervişler, önce bir şeyhe bağlanırlar, yetişir, muhabbetullaha ulaşarak sonunda meczub olurlar, yani cezbeye mazhar olurlar. Meczub-ı gayr-i sâlik, kendisi Allah'a ulaştığı halde, başkalarını ulaştıramaz yani irşad ehli değildir.
CEZBELENMEK : Zikir veya sohbet sırasında, ansızın yerinden sıçrayarak "Hayy" diye bağıran için kullanılan tâbir. Dervişin kendisini tutması, bağırmaması doğru bir davranıştır. Sürekli cezbe halinde kalanlarla düşüp kalkmak, doğru değildir. Zira hallerini karşılarındakilere giydirirler. Bu da, kabı dar (ruhanî kabiliyeti gelişmemiş) kişiler için taşınması zor bir yüktür. Bu gibi kişilerin gönüllerine dokunmamak, kendi hallerinde bırakmak, eğer varsa, ihtiyaçlarını, hemen gidermek uygundur. CEZBE-İ KAYYÛMİYYE-İ ZÂTİYYE: Bu, "La ilahe illallah" zikriyle elde edilir.
CEZBE-İ MAİYYET-İ ZÂTİYYE: Bu da "Allah" zikriyle elde edilir.
CEZBE TÂRİKİ : Nakşibendî yolunun eğitimcileri, bazı sâlikleri, icmâlen cezbe ile terbiye edip Hakk'a ulaştırdıkları için, bu usûle cezbe tariki demişlerdir.
CİBAVİYYE: Bkz. Sa'diyye.
CİBRÎL: Bu kelime kök olarak İbranice'dir, "Allah'ın kulu" anlamına gelir. Cibril, mukarreb ve mürsel meleklerden biridir. Allah ile Peygamber arasındaki haberleşme görevini ifâ eder. Tasavvuf ıstılahı olarak "akıl", "akl-ı Muhammedi" anlamlarına gelir. Ruh-i irfan-ı Hak'da akl pür tevil kalmışdır Sanırsın münteha-yı Sidre'de Cibril kalmışdır. Üsküdarlı Safi
CİFR: Arapça, çiftleşmekten kesilme anlamına gelir. İstikbalde olacaklardan haber verme ilmidir. Bu işle meşgul olanlara "Cifrî" veya "Ceffâr" denmiştir. Rivayetlere göre bu ilmi ilk kez vaz' eden Hz. Ali Efendimizdir. Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin, "Şecere-i Nu'maniyye" adlı eserindeki muğlak rumuzlu ifadelerin, bu ilimle alâkalı olduğu kaydedilir. İslamî inanca göre, gaybı sadece Allah bilir, bir de kullarından kısmen bildirdiği kullar, kendilerine bildirilen kadarını bilirler. Cifr ise ehl-i keramet işidir Kim görür ehlin anın kim işidir. Sünbülzâde Vehbî
CİHAD: Arapça, söz ve fiille bütün kuvvetini sarfetmek manasınadır. Nefs-i Emmare ile harbetmek, büyük cihad, dış âlemde gözle görülen düşmanla savaş da, küçük cihaddır. Bu sözü biz şöyle izah ederiz: Mânâ sonsuz, madde sonludur. İç âlemde yani sonsuz mânâ alemindeki savaş sonsuz ve bu sebepten büyük; dış âlemde yani sonlu madde alemindeki harp sonlu ve bu yüzden de küçüktür.
CİHANGİRİYYE : Cihangirli Şeyh Burhâ-neddin (907/1562- 1074/1663) tarafından kurulan ve Halvetiyye'den Ramazaniyye'nin kolu olan bir tasavvuf okulu. Kurucusunun mezarı Tophane'deki Cihangir Camii avlusundadır. Halifelerinden Mustafa Nehcî Efendi, menakıbım yazmıştır.
CİHAZ-I TARİKAT: Tarikat araç-gereci anlamında Arapça bir ifade. Cihaz, gereken şeyler demektir. Ölünün sarıldığı kefene vs. ye cihaz dendiği gibi, gelinin baba evinden koca evine giderken götürdüğü eşyalara da, cihaz denir. Tarikatlarda hemen hemen ortak olarak görülen değişmez bir takım alet, edevat, eşyalar dikkati çeker ki, biz bunlara cihaz-ı tarikat diyoruz. Bunlar şunlardır: Başa giyilen taç, yani külah, külaha sarılan sarık, hırka, kemer, teşbih, ibrik, teber, keşkül, tığbend, papuç, âsâ, alem (bayrak), teslim taşı, palheng, kanberiyye, makas, habbe vs. Bu eşyalar sahiplerine belli bir merasimle ve dua okunarak şeyh tarafından verilir, şeyhe, tekkeye sunulur. Bu eşyalarla teberrük edilir.
CİHAN: Farsça âlem demektir. Cihan-ı Halk: Ta'ayyünler (belirmeler) şeklindeki tecelli mertebesi. Cihan-ı Emr: İlâhi emir âlemi, Cihân-ı Reng-âmizi: Renksizlikten kurtulmuş, renk kazanmış âlem, yani etrafımızı kuşatan üç boyutlu maddî dünya. Cihan-ı Sübhanî: Lâhût âlemi, en yüce melekût. Cihân-ı Tahayyül: Hayal âlemi, kevn ü fesad (olma ve bozulma) âlemi, dünya hayatı ile ilgili olan. Cihan-ı Nefs: Nefsânî arzular âlemi.
CİHETE'D-DİYK VE'S-Sİ'A: Arapça, darlık ve genişlik yönleri demektir. Varlık ve genişlik zata ait iki itibardır. Bu, ya düşünülüp anlaşılan herşeyden münezzeh kendisiyle beraber başkasını kuşatmanın, vücudun ve ta'akkulun bulunmadığı hakiki vahdet olan yöndür ki, biz buna Allah'ın (gerçek manada Allah'dan başkasının bilmediği) dıyk (darlık) yönü diyoruz. Veya sonsuzca ortaya çıkışları gerektiren, sıfatlar ve isimler itibariyle, Allah'ın bütün mertebelerde zuhur etmesi bakımındandır ki, biz buna 'si'a" (genişlik) deriz.
CİHETE'T-TALEB: Arapça, talebin (isteğin) iki yönü anlamında bir ifade. Talebin iki yönü vardır ki, biri, vücubiyye, diğeri imkaniyyedir. Bu ikisi, rubûbî (rabliğe ait) isimlerin a'yan-ı sabitede ortaya çıkmasını istemeyi ifade eder. A'yanın talebi (isimler vasıtasıyla ortaya çıkışı, iki suale cevab olmak üzere Rabbın zuhuru ve hazır oluşu), ta'ayyün-i evvel hazretidir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.