SEMAHAT: Yumuşak olmak, cömert davranmak anlamlarını içeren Arapça bir kelime. Cürcanî bunu, üzerine farz olmadığı halde, başkaları için bol bol harcamak, vermek şeklinde, tanımlar.
SEMÂ-I RÂH: Mevlevi tâbiridir. Kelime Farsça'da yol semâ'ı demektir. Yolda yapılan semâ'a denir. Mevlana, Konya'da Varakçılar Çarşısı'ndan geçerken, Selahaddin Zerkub'un ardarda inen çekicinin sesinden etkilenip yol ortasında semâ'a başlamıştı. Bayram namazından dönen veya piknik yapmaya giden Mevlevî dervişler, yol ortalarında semâ yaparlardı.
Gören sanır ki, safhadan semâ-ı râh ederim. Döner döner bakarım kûy-ı yâre âh iderim. Esrar Dede
SEMA' MEŞKİ: Meşk; örnek, iyi yazı anlamında Arapça bir kelime. Ders, musikide bir parçayı öğretmek, örnek bir yazı alıp ona bakıp aynısını yazmaya çalışmak, yani örneği taklid yolu ile öğrenmek mânâlarına gelir. Mevlevîliğe yeni giren (nevniyâz)'in, semâ öğrenmek üzere çalışmasına, semâ meşki denir. Meşk, semâ tahtası denilen çivili bir tahta üzerinde yapılırdı. SEMANİYYE-İ HALVETİYYE: Bekriyye-i Halvetiyye kollarından biri. Kurucusu Şeyh Muhammed b. Abdülkerim el-Medenî es-Semânî (1132/1775- 1189/1775)'dir.
SEMA TAHTASI : Mevlevîlikte yeni dervişlerin, semâ'ı meşkettikleri, ortasında çivi bulunan, dört köşe, ceviz veya ıhlamur ağacından bir tahta.
SEMA TEKBİRİ: Şeyh tarafından sikkenin yeni müridin başına, tekbirle giydirilmesi. Mevlevîliğin önemli âdetlerinden biri idi. Yeni mürid, mutfak işi ve meşkle meşgul olurdu.
SEMA-ZEN: Farsça, sema vuran, yani sema eden, demektir. Sema eden dervişlere, sema-zen denir. Sema' yapmayı öğrenmek isteyen derviş, sağ avucuna biraz tuz alır, saygılı bir şekilde sema tahtasına gelir. Önce baş keserek, içli bir niyaz arzeder. Daha sonra, sol dizini büküp çökerek çiviyi öper, avucundaki tuzu, çivinin etrafına serper, sonra da, ayağa kalkıp, tekrar baş keserek sema tahtasının üzerine çıkar; çiviyi, sol ayağının başparmağı ile ikinci parmağının arasına takıp, sağ kolu üstte olmak üzere, kollarını göğsünün üstüne çaprazlama bağlayarak, avuçlarıyla omuz başlarını tutar. Sağ ayağını geriye iterek, sol ayağı üzerinde, dönmeye başlardı. Bu yeni öğrenci (Mübtedi)'ye birinci gün, üç; ikinci gün, beş çark attırılır, (yani döndürülür). İlk meşkler, ayaklar, çiviye takılı olarak yapılırken, sonraki aşamalarda kol açmak, direk tutmak, hiç şaşmadan ilerlemek gibi usûller öğretilir. Başarı sağladıktan sonra, eğitim yeri, matbahtaki meşk yerinden, "Semahane" ye kaydırılır. Burada, eteklerin hızlı semâ ile şemsiye gibi açılması öğretilir. Eğitim sonunda, semazen başı mübtediyi sıkı bir sınavdan geçirir, başarılı olma durumunda da, sonuç Şeyh Efendiye arzedilir. Şeyh de sınavı geçen bu dervişe, bir mukabele günü, öğle namazından önce "Mübtedi Mukabelesi" yaptırarak, onu semazenler arasına sokar. Tahir Olgun, Feridun Nafîz, Şair İsmet devrin önemli semazenlerindendir.
Tennure, bend-i hâle-i envâr-ı aşk olub, Mâh-ı sipihr-i mihr-i vefadır semazen Avnî
SEMA-ZENBAŞI: Mevlevi ayini sırasında, sema'hane'de dolaşıp, sema' edenlerin birbirine çarpmamalarını ve düzeni bozmamalarını sağlayan dede'ye, "sema-zen başı" denir. Sema'zen başı, sema'ı iyi yapanlardan olurdu. Sema'zen başı, sema' sırasında, hırka giyerdi. Yeni başlayanlara (mübtedîlere) sema' usûlünü, o öğretirdi.
SEMİYYU'LLAH: Arapça, Allah'ın adaşı anlamındadır. Allah ve kulda ortak olarak kullanılabilen isimlerde her ikisi adaştır. Meselâ, insan da, semî, basîr gibi isimlere sahiptir. Allah da. Bu gibi isimlere "semiyyullah" denir.
ŞEMSEME: Arapça, susam, susam tanesi demektir. Dil ile anlatılamayacak kadar ince ma'rifete "şemseme" denir.
SEN-SENLİK : Bkz. Enâniyyet.
SENÂNİYYE: Tunus'da XIX. yüzyılda kurulmuş bir tasavvuf okulu. SENÛSİYYE: Ebû Abdullah Muhammed b. Yusuf b. Ömer b. Şu'aybi's-Senûsî (ö. 895/1490) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu olup, Medyeniyye'nin kollarından biridir.
SER: Farsça, baş, kafa anlamına gelir. Feyiz suya benzetilir. Bu suyun başı olan kâmil insana da "ser-çeşme" (çeşmenin başı) adı verilir. Sert-deste: Topluluğun başı, lideri anlamına gelir. Tasavvuf okulunu yöneten mürşid-i kâmiller, bu isimle de anılır. Ayrıca Kalenden dervişlerinin ellerinde taşıdıkları asâ'ya da ser-deste denir. Oldukça kalın ve budaklı olan bu asa, dervişin, kendi iradesiyle nefsini terbiye ettiğini gösterir. Alevîlerin "tarîk" dedikleri sopaya da, "asa" adı verilir. Tasavvufta sırların saklanması, çok önemlidir. Sır vermemenin gerekliliği konusunda, "ser verip, sır vermemek" ve "ser verip sır vermeyen, serverdir" atasözlerini söylemişlerdir. Sır, anlatılamadığı için değil, anlayan olmadığı için, başkasına söylenmez.
SERÂİRÜ'L-ASÂR: Arapça, eserlerin sırları demektir. Varlıkların bâtınlarından ibaret İlâhî isimlere denir.
SERÂİRU'R-RUBÛBİYYE: Arapça, rablığın sırları anlamına gelir. Rab isminin aynların suretlerinde ortaya çıkışı. Aynlarm, kendi zatıyla kaim Rab isminin mazhariyeti olması, Rabbe ait ta'ayyünlerin açığa çıkması, yine, Rabb'ın varlığına bağlıdır. Yani Rabb ismi olmasa, onun ta'ayyünleri de olmaz.
SERDİ: Farsça'da soğukluk demektir. Muhabbet makamının sonunda nefs soğur. Bunun mukabili olan germî (sıcaklık) ilahî aşk hararetine kapılma ve bunun sonucu olarak, cezbelenme, coşku halini ifade eder.
SEREYÂN-I VÜCÛD: Arapça, varlığın sirayet etmesi, bulaşması demektir. Rahmanî soluk, mukaddes feyz. Âlem ve insan, bu feyzin pırıltılarıdır.
SERÎR: Arapça, yatak, döşek, taht gibi anlamları ihtiva eden bir kelime. İlâhiyye makamında (Mekâne) bulunan Rahmani mertebe.
SERKEŞİ: Farsça, serserilik, başıbozukluk demektir. İlâhî iradenin hükmü (tahakkümü) ile, sâlikin kendi irade ve muradına karşı çıkması.
SER-KUDÛMÎ: Mevlevî tabiri olup, kudüm çalan (Kudum-zen) larm başına, "Ser-Kudûmî" denir. Mevlevî ayinini idare eden kişi. Bu görevi yapanlar, Mevlevî erkanına dahildir. Bir kısım erkan evlenemediği halde, bunlar evlenebilirdi.
SERMEDİ: Arapça, ebedî anlamına gelir. Evveli ve ahiri (önü ve sonu) olmayan. Evveli olmayana ezelî, ahiri olmayana ebedî denir. Sermedîlik, Allahü Teala'nın sıfatıdır.
SER-PÂ ETMEK : Farsça, başı ayak etmek, demektir. Mevlevîlikte, kusur işleyen bir müridin cezalandırılması olayına, ser-pa etmek denir. Aşçıbaşı veya (Konya'daki dergahta) tarikatçı tarafından, suçlu müridin semahane, yahut meydan'da sikkesi alınır, ayakkabıları dışarı doğru çevrilir. Bununla, kusurlu mürid, tarikatten düşkün hale getirilir. Ser-pâ edilen kişi, yere niyaz eder, arkasını dönmeden kapıya gider, ayaklarını içeriye çevirip giyer, eşiği öpüp, yine arkasına dönmeden, geri geri adımlarla oradan ayrılır. Eğer kendini haklı görüyorsa, Mevlana Dergahı (Konya'daki Merkezi Dergah)'na varır. Orada, durumu, tarikatçı'ya arzeder. O inceler, sonunda olumlu veya olumsuz bir karar verir. Haklıysa sikkesi iade edilir. Farklı bir karar çıkarılarak, bir başka dergaha gönderilir. Haksız ise, bir süre tarikattan uzaklaştırılır. Ancak, sonunda bir ayn-ı cem yapılarak, yine dergaha alınır.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.