EMİN-İ VAHY: Vahyin emini anlamında Arapça bir ifade. Hz. Peygamber (s), risalet ve nübüvvet görevini yüklenmezden evvel, "Muhammed el-Emîn (s)" yani "Güvenilir Muhammed (s)" namıyla anılıyordu. Toplumun doğruluğuna güvenmesine Cenab-ı Hakk'ın nübüvvet görevi vererek te'yid etmesi eklenince, ortaya "Eminü'l-Vahy" olan Peygamberimiz (s) çıktı. Kendisine gelen vahyi, ayniyle topluma bütün insanlığa, en ufak bir değişiklik yapmadan aktardı. Bu yüzden vahyin emini oldu.
Emîn-i Vahy-i ilâhî Muhammed Arabi Sâmî
EMİRGANİYYE: İdrisiyye'nin Nûbe kolu. Kurucusu 1853'te vefat etmiştir.
el-EMRU Bİ'L-MA'RUF ve'n-NEHYU ani'l-MÜNKER: Arapça iyiliği emretme, kötülükten sakındırma anlamındadır, insanları kurtulmalarına vesile olacak olgunluklara yönlendirmeye, el-Emru bî'l-Ma'ruf denir. Şeriatta kınanan konulara engel olmaya da, en-Nehyu ani'l-Münker denir. el-Emru bi'l-Ma'ruf için hayra kılavuzluk etmek; kitap ve sünnete uygun olanı emretmek; Allah'ın söz-amel açısından kulundan razı olduğu şeyi göstermek gibi tanımlar yapılırken, en-Nehyu ani'l-Münker için de; kötülüğe engel olmak; nefs ve şehvetin meylettiği şeyleri yasaklamak, şeriat ve iffetin hoşlanmadığı, Allahü Teala'nın dininde caiz olmayan şeyi kötülemek, şeklinde tarifler yapılmıştır.
EMR-İ HAKK: Arapça, Hakk'ın emri demektir. Ölüm anlamında kullanılır.
ENÂNİYYE: Arapça, benlik anlamında bir kelime. Kuldan ortaya çıkan her şeyin, kendisine dayandırıldığı gerçeğe "enâniyye" veya "enîniyye" denir. Bu izafete şu örnekler verilebilir: Nefsim, elim, ruhum vs. senin hakikatin ve bâtının, Hakk'ın gayrıdır. Enâniyye'nin nefyi, "La ilahe" nin manasının aynıdır. Bundan sonra ikinci olarak, senin bâtınında Hakk'ın isbatı söz konusudur ki, bu da "illallah"ın manasının aynıdır.
ENE: Arapça "ben" zamiridir. Ben (ene) demese de konuşanın sözü ben (ene) dir. Nahnü (biz) zamiri için de, aynı durum geçerlidir. Bununla, konuşanın fiillerden soyulmuş olma durumu kastedilir.
ENESİYYE: Çok sonraları zuhur etmesine rağmen Sahabe-i Kiram'dan Enes İbn Mâlik (r.a)'e izafe edilen bir tasavvuf okulu.
ENSÂRİYYE: Abdullah el-Ensârî (Ö.481/ 1048)'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu. Hereviyye adıyla da anılır.
ENE TAHTINA OTURANI İRŞAD MÜMKÜN DEĞİLDİR : "Ene" Arapça'da "ben" demektir. Bu, ben Allah (c)'dan üfürülen (ruh-ı menfûh) değil, hayvanı ben'dir. İnsan'ın bu yönünü terbiye etmesi gerekir. Bu yönünü terbiye edememiş kişi, hayvanî nefsin istekleri doğrultusunda hareket ettiği için, onu irşâd, yani doğru yola sevketmek çok zordur. Böyle kimseler, nefsini veya daha açık bir deyişle, nefsinin istekleri (heva)ni ilahlaştırmış kişilerdir. "Ey Muhammed (s)! Nefsinin isteğini ilahlaştıranı görmedin mi?" (Casiye 723 ve Furkan/43) "Ben"lik, Allah karşısında ilah tavrı alıştır. Yani, Allah karşısında varlık isbat etmektir. Bu durumdaki kişi, Allah (c) önündeki durumunu anlayamaz, hiçliğinin, faniliğinin bilincinde (dikkat ediniz, bilgisinde değil) olmazsa artık o, Allah'a ihtiyacı olmayan bir kişidir. Bir kimse, ihtiyaç duyduğu şeye yönelir, duymadığı şey yönelmez. işte bu yüzden, esiri olanları doğru yola yönlendirmek mümkün olmaz.
ER : Bkz. Rical.
ERÂİK-İ TEVHİD: Arapça tevhid koltukları demektir. Zatın zuhur ettiği yerler olması bakımından vahidiyyet hazretindeki zâti isimlere "erâik-i Tevhid" denir.
ERBAİN: Bkz. Çile.
ERBAB-I YAKİN: Maddî, manevî, zahirî, bâtinî bilgilerle yetkinleşmiş kişilere, erbab-ı yakîn denir. Bu durumdakilerin bilgilerinin güvenilir olduğu kaydedilir.
ERDEBİLİYYE: Safiyüddin Erdebilî'nin kurduğu, Ebheriyye'nin kollarından bir tasavvuf okulu.
EREN-ERENLER : Allah'a ulaşan kişi (vâsıl)ye denir. Velî. Yıldızım düşkündü tali'im küskün Muzlimdi eyyam-ı hayatım bütün Erenler elimden tuttular bir gün Şanlı demler sürdüm, devranlar gördüm. Tokadizâde Şekib
ER DOĞRUYA HAK DOĞRUYA : Konuşurken sözün doğru olduğunu açıklamak için veya doğruluğunu öğütlemek için kullanılan bir deyim.
ER ERE KIYMAZ : Erler arasında meşreb açısından bir ayrılık olsa da, hoşgörüyle bunun düzeltilebileceği bu sözle anlatılır.
ER ÇİÇEĞİ : Bektaşî ıstılahı. Babanın sevgisine mazhar olmuş can (derviş).
ER ERİN AYNASI : "Mü'min mü'minin aynasıdır", (Cami l, 170) hadis-i şerifinin mealidir. Mü'min, kendi olgunluk ve çiğliğini başkasında görür, bu şekilde şükreder veya ibret alır.
ERENLER HÂZIRA ETMİŞ DUAYI : Misafir için söylenir. "Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer" atasözünün açıklamasıdır.
ER İKRARINDAN HAYVAN YULARINDAN : Bu deyim, erin veya insanın ikrarıyla, yola gideceğini, hayvanın da yıllarıyla yönetileceğini anlatır.
ERKEK ARSLAN, ARSLAN DA, DİŞİ ARSLAN,ARSLAN DEĞİL Mİ? : Kadınlardan da erkek olur. Bu, manevî olgunluk açısındandır. Ve çoğu erkekler himmet ve olgunluktaki zayıflıkları ile kadındırlar.
ERZADE : Bir mürşidin babası da mürşid olursa, ona erzâde denir. Bu, Bektaşî ıstılahıdır.
ERVAH-I HABİSE : Arapça, pis ruhlar demektir. Cinler ve şeytanlar.
ESEDİYYE: Seyyid Abdullah el-Esedî (ö. VIII. y.y.) tarafından kurulmuş, Kadiriyye'nin kollarından bir tasavvuf okulu.
ESARET: Esirlik. Hakikate ulaşmaya engel, dış görünüşler.
ESER: Kaybolan bir şeyin, ardında bıraktığı iz, anlamında Arapça bir kelime. Şeyin varlığını gösterene denir. Nazardan men olunanın, eserle Cinsiyet bulacağı, eseri yok edenin de zikirle Jiletleneceği söylenir. Bu, aklî cedel mantığına yönelmeyen, Allah'la beraberken tedbiri terkeden kişinin keşf ve fetihle ünsiyet bulacağını ifade eder. Bir kimsenin eser (takib edeceği iz)e, yani terbiye edici bir şeyhe, veya uyacağı iyi bir âlim (büyük)e bağlantısı yoksa, kendisine fetih gelene kadar virdler, riyazetler, mücahedeler ve çokça zikirle meşgul olması gerekir. Eserlerin sırları, renklerin bâtınlarını teşkil eden ilâhî isimleridir. Cürcânî, eserin üç anlama geleceğini kaydeder: 1. Netice, belli bir şeyden husule gelendir. 2. Alâmet, 3. Cüz. Eski hükümdarlardan kalma bir sarayın üzerinde, şu beyt bulunmuştur: Eserlerimiz bizim (ne olduğumuzu) gösterir Öyleyse ardımızdan bıraktığımız eserlere bakınız!. .
Aliyyü'l-Havvas, eser'i şöyle tanımlar: Herşeyde Allah'ı tefrid etmek (bir olduğunu anlamak) tir. Bu da, eşyanın nefislere yapışmış eser (iz)lerinden yüz çevirmekle olur, yani nefsin hevasından kaçınan sadık müridin yoluna, tefrid ve tevhidine eser denir. Mürid, bunu, nefsin dünyevî nazlarından uzaklaşmak ve şehvetlerini terbiye etmekle, elde eder.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.