BEKTÂŞİNİN ÇAPASI, MEVLEVİNİN ÇİVİSİ : Bektaşî tekkelerine bağlı vakıflar pek az olduğundan, bu tekkelerde en önemli hizmet, tekke yakınında bulunan arazide ziraatle meşgul olmaktı. Bu da genellikle çapa ile olduğundan Bektaşî müridinin tekkede göreceği ilk iş, çapa kullanmayı öğrenmek olurdu. Mevlevîlerde ise semâ ön planda geldiğinden, dervişin ilk bellemesi gereken semâ idi. Semâ da, "semâ tahtası" nın üstünde belletilirdi. Bu tahtanın ortasında, ayak koymak için bir çukur bulunurdu. Ayağı sabit tutmak için de, çukur'un ortasında, müridin sol ayak baş parmağı ile orta parmağı arasında tutması gereken bir çivi, vardı. Semâ öğrenmek isteyen için bu çivi, oldukça önemli ve usulüne uygun şekilde yapması gerekli ilk iş olduğundan, tıpkı bektâşilerdeki çapa mesabesinde tutulmuştur. Böylece "Bektâşilerin çapası, Mevlevîlerin çivisi" deyimi ortaya çıkmıştır. BELA-BELVÂ: Arapça. Hastalık, sıkıntı ve kötülüklerle imtihan ediliş. Bela, Allah'a yakınlık durumuna göre artar. Cerirî "insan, çektiği çile kadar insandır" der. Yine hadis-i şerifte "biz nebîler topluluğu, insanların en şiddetli belaya uğrayanlarıyız" buyurulmuştur. BEKTÂŞÎNİN SIRRI : Bektâşîler, bir kimsenin tarikata girmesi sırasında yapılan ayine, diğer tarikat mensuplarını almazlardı. Diğer tarikatlardaki zikir ve semâ âyinlerine giriş serbest olduğu halde, Bektâşîlikdeki bu gizlilikten dolayı, "Bektaşî sırrı" sözü meydana gelmiştir. BEL BAĞLAMAK : Birine güvenmek, ümit bağlamak. Tasavvufta ise, tarikata girmek, ikrar vermek anlamındadır. Ahilikte bu tabir, "şedd bağlamak" anlamındadır. (Bkz. Şedd Bağlamak.) Bektâşîlerde ise, muhib olmak, tığbend kuşanmak, itaat etmek demektir. BEL-YOL : insanın neslini devam ettiren evlâd, sulbî evladdır. Bir mürşide intisap ederek, onun terbiyesi altına girerek adeta onun evlâdı mesabesinde olana ise, yol evladı denilmiştir. Böylece mürşid, adeta onun babası sayılmıştır. Nitekim, Yesevîlikte mürşide "ata", Bektaşi'lerde de "baba" denilmektedir. Belden gelen, bazen babasının yolunu tutmadığından ve babasının oğluna karşı zaafı bulunabileceğinden, bazı şeyhler terbiye için oğullarını bir başka şeyhe verirlerdi. Bu hareket tarzı, "Belden gelen oğlum değil, yoldan gelen oğlum" denilmek suretiyle atasözü haline gelmiştir. "BEN" DİYENİ İRŞAD MÜMKÜN DEĞİLDİR : Tasavvufta kişinin kendine değer vermesi, malını, mülkünü, makam ve mevki'ini ön plâna çıkararak Cenab-ı Hakk'ı unutması matlûb değildir. Bunun için benlikten geçmeyen, nefsini terbiye etmeyen, hep "ben" diyen, bu yolda manevî mesafe alamaz. Bu bakımdan böyle kişiler hakkında, "ene (ben) tahtına oturanı, irşad mümkün değildir" veya "ben diyeni irşad mümkün değildir" denilmiştir. BENANE: Kadiriyye'nin Dekken'deki bir kolu. BENDE: Farsça, köle demektir. Allah'a kul olmak. Mürid. BENEFŞE: Arapça, menekşe demektir. Kuvvetin etkili olmadığı nükte. BENLİĞİME LANET : Eski terbiyemizde, cemiyette "ben" diye konuşmak edebe aykırı sayılıp, nezaketsizlik kabul edildiğinden, bunun yerine, "bendeniz" veya "fakir" denilerek söze başlanırdı. Bu husus, özellikle mutasavvıflar arasında daha da önemliydi. Yanlışlıkla, söz sırasında ben denilirse, hemen arkasından, "benliğime lanet" sözü eklenirdi. "Eûzü billahi min ene". BERK: Arapça, pırıltı demektir. Tasavvuf yoluna giren "sâlik"e ilk görünen İlâhî ışık. Allah'ın, kulunu kendi yoluna davet etmek için kalbine vahyetmiş olduğu ilham. BER ÇÛ-SİM: Farsça, gümüş göğüs. Salikin tabiatına uygun düşen terbiye. BERHASTEN: Farsça. Ayağa kalkmak. Azmetmek, kastetmek, cezmetmek. BERK-İ SEBZ: Berk, Farsça yaprak: Berk-i Sebz ise, yeşil yaprak anlamında sıfat tamlamasıdır. Tasavvufta özellikle Mevlevîlikte, dergaha veya tarikattaki ihvanına ziyarete giden kişi, eli boş gitmez, hiç bir şey bulamazsa bile, bir çiçek, veya yeşil bir yaprak götürürdü. BERRANİ: Arapça, harici, zahirî demektir. Tasavvufa yabancı kişiler. BERZAH: Arapça, iki şey arasındaki engel ; iki denizin biribirine kavuşmasına engel olan kara parçası. Kur'an'da ise mevt(ölüm) ile haşr (tekrar dirilme) arasında geçen zaman. BERZAHİYYE: Melâmî ıstılahıdır. Melâmî Bayramîleri, tarikatlarına "turuk-ı berzahiyye" yani "berzah yollan" derlerdi. BERZAHU'L-CÂMİ: Toplayıcı berzah anlamında Arapça bir tamlama. Bütün berzahların aslı olan Allah. Buna Hazret-i Vâhidiyye, birinci berzah, veya en büyük berzah, "berzah-ı âzam", "berzah-ı ekber" denir. BERZENCİYYE: Kübreviyye'nin kollarından biri. BİŞR: Arapça, yüz gülümserliği. Yalnızlıkta ağlamak, insanların yanında güler yüzlü olmak, sufilerin ahlâkındandır. Yüzdeki tebessüm kalpteki nurun eseridir. BESMELE: Bismillahirrahmanirrahim'in kısaltılmışı olup her işe onunla başlanır ; onsuz başlanan işlerin sonu kesik olur. İbn Arabi, Allah'a göre "kün" (ol) ne ise, kula göre besmele de odur, der BEŞARET: Arapça, müjde demektir. Dostun dosta ilettiği müjdeli haber. Bu; 1. Can çekişen salih kula cennet. 2. Mahşerdeki hesapta kul'a rahmet müjdesi, şeklinde tecelli eder. BEŞLER : Kalpleri Cebrail (a)'in kalbi üzerinde bulunan beş veli. Beşlerin nefes ve ilimlerinin feyzi ile gönüller dirilir. BETÜL: Arapça, erkeğe şehvet duymayan kadın, dünyadan elini çeken kadın ve erkeğe veya, bakireye denir. BEVADİH: Arapça, içe doğan hisler ve bilgiler anlamındadır. Gaybden ansızın kalbe gelen, kabz veya bast'a sebep olan hal. BEVVÂB: Arapça kapıcı demektir. Mevlana türbesindeki türbedarlara "bevvab" denirdi. Türbe kapısını açıp kapamakla görevli oldukları için, kendilerine bu ad verilmiştir. Osmanlıların son döneminde, okullarındaki kapıcılar da aynı isimle anılmıştır. BEVN: Arapçada ayrılık anlamındadır. Mukabili kevn'dir. Cüneyd, bu tabiri, muvahhidlerin sanki yoklarmış gibi, eşyada olmaları, ayrı değillermiş gibi eşyadan ayrı olmalarıdır, diye tanımlar. Çünkü onların eşyada bulunmaları, kendi şahısları ile, ayrılmaları da sırları iledir. Bu; sufiler dışlarıyla insanlarla, varlıklarla beraberken, içleriyle Allah'la birliktedirler, anlamına gelir. BEYABAN: Farsça, sahra demektir. Yol kesici, gaflette olma hali. BEY'AT: Arapça, "satmak" anlamına gelen "bey" den türemiştir. Mürşid'den el almak, ona söz vermek. "Seninle bey'atleşenler, gerçekte Allah'la bey'atleşmiştir. (Feth/10) âyeti, Rıdvan ağacı altında Sahabe-i Kiram'ın Peygamber Efendimiz (s)'e, ölene kadar uyup düşmanla savaşacaklarına dair söz vermeleri. Bey'at kelimesi, tasavvufa ıstılah olarak geçerek, Mürşidden el almak anlamında kullanılmıştır. Mürşid'in eli, elden ele Hz. Peygamber Efendimiz (s)'e kadar ulaşır. Bey'at, çeşitli tarikatlara göre şeklî bir takım farklılıklar arzeder. BEYT: Arapça, ev anlamına gelir. Bu kalptir. Beytü'l- Ma'mûr: Allah'ın yerden göğe yükseltip kendi nefsine tahsis ettiği mahaldir. Yere göğe sığmayan Allah, mümin kulunun kalbine sığar "mü'minin kalbi, Allah'ın evidir". Nur/36 ayetine göre mescidler de "ev" dir. Ka'be de Maide/97 ayetine göre, "ev"dir. Beyt, tarikat anlamında kullanılan bir ifadedir. Beytü'ş-Şaziliyye (Şaziliyye tarikatı).
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.