KÂDI'L-HÂCÂT: Arapça, ihtiyaçları gideren manasına bir izafet terkibi. Bu tâbir, Allah için kullanılır. Zira O, herkesin ihtiyacını gideren yüce bir varlıktır. Bil Kâdî-i hâcâtı Kıl Ana münacatı Terkeyle murâdâtı Allah görelim n'eyler N'eylerse güzel eyler İbrahim Hakkı
KÂDİH: Arapça, çakan, yaran, tesir eden gibi manaları ihtiva eden bir kelimedir. Tasavvufî açıdan hâtır'a yakın bir manası olmakla birlikte, ikisi arasında fark vardır. Hatır, yakaza ehlinin kalbine, kâdih ise gaflet ehlinin kalbine gelir. Kalpten gaflet bulutları dağıldığı zaman, zikir pırıltısı parlar.
KADÎM: Arapça, evveli olmayan demektir. Allah'ın sıfatlarından (veya isimlerinden) biri. Kendinden başka varlığı olmayan için kullanılır. Bu da zât ile kadîmdir. Varlığının öncesinde yokluk olmayan için de kullanılır. Bu da zaman ile kadîmdir. Zat ile kadîm olan her şey, zaman ile de kadîmdir. Bu da Allah'tan başkası değildir.
KADİR ALAYI : Osmanlı döneminde, padişahlar Kadir gecesinde, teravihe, saray dolayındaki camilerden birine özel bir alayla giderlerdi. Bu tören hakkında Ata Tarihi yazarı şunları anlatır: "Kadir gecesinde alâ-yı vâlâ ile Ayasofya Cami-i şerifine azimet buyurulması kaideden olmakla, eğer mevkib-i hümayun sayfiyede ise, padişah o gece, yeni sarayda iftar ettikten sonra, nöbetçi has odalılardan başka, cuma selamlığı teşrifatında bulunan menâsıb erbabı, maiyyetinde hümâyunda bulundukları ve ridâ-i şerif dairesi pişgâhından, tâ Ayasofya Cami-i şerifinin selâmlık kapısına kadar, yollar meş'alelerle aydınlatılmakla beraber, akkâmlarm taşıdıkları yirmi kadar meş'ale, has ağaların ellerinde tuttukları muşambaları, kırmızı ve yeşil boyalı kırk tane büyük feneri takiben, camiye gidilir ve nöbetçi olan imam-ı sultanîye uyulmak suretiyle Kadir Namazı (teravih namazı) cemaatla kılındıktan sonra aynı usûlle geri dönülürdü.
KÂDİRİYYE: Türbesi Bağdat'da bulunan Abdülkâdir Geylânî tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Gilan (İran'da bir bölge)'da dünyaya gelen Seyyid Abdülkâdir Geylânî (k), gençliğinde Bağdat'a gelerek Kadı Ebû Said Mahzûmî'den fıkıh, Ebu Bekir b. el-Muzaffer vesair muhaddislerden hadis dersleri aldı. Hanbelî mezhebini seçti. Elinin emeğiyle ailesinin geçimini temin ederdi. Uzun süre va'az ve öğretim işi ile meşgul olduktan sonra, İmam-ı Gazalî gibi, yakîni arama krizi ile zühdî-tasavvufî bir hayata yöneldi. Uzun süre, Bağdat ve Kerh harabelerinde, zahidâne bir hayat yaşadı. Halvetlere girdi. Son girdiği halvette, kırk gün süre ile hiçbir şey yemedi. Şeyh Ahmed Debbas adlı bir sûfiden tasavvufî disiplini öğrenen Abdülkâdir Geylânî, sonunda, terkettiği topluma dönüp Ebû Sa'ad medresesinde derslere ve camilerde halkı irşada başladı. Toplumda fakir, zengin, dul, yetim, yolcu, aydın, cahil herkes ile muhatap olarak doğru yolu gösterdi. Eserlerinden bir kısmı şunlardır: Melfûzât-ı Geylânî, Futûhu'l-Gayb (İbn Teymiyye Abdülkâdir Geylanî'ye olan sevgisi sebebiyle bu esere bir şerh yazmış olup, bu eserin tenkidli basımı 1989 senesinde Kuveyt'te yapılmıştır), Gunyetu't-Tâlibîn, Behcetü'l-Esrâr, Divan-ı Gav-su'l-A'zam (şiirleri bu divandadır).
Sadık Vicdanî "Tomar"da, Abdülkâdir Geylanî'nin ebced hesabıyla "aşk" ile doğduğunu, "kemal" ile ömür sürüp "kemâl-i aşk" ile Allah'a kavuştuğunu tesbit etmiştir. Kâdiriyye'nin şubeleri şunlardır: Esediyye, Ekberiyye, Makdisiyye, Garibiyye, Eşrefiyye, Rumiyye, Yâfiiyye, Hemmâdiyye, Hilâliyye ve Hindiyye. Kadiriyye, Nakşbendiyye'den sonra, dünya üzerinde en çok yaygınlık kazanmış ikinci büyük tasavvuf okuludur. Sâlikân-ı Kadirî
KÂF DAĞI: Kâf, Kur'ân-ı Kerim'de ellinci surenin adıdır. Kur'ân-ı Kerim'in mukattââtındandır. Allah'ın isimlerinden birinin "Kâf" olduğu söylenir. Kudret sahibi anlamına geldiğini söyleyenler olduğu gibi, dünyayı çepeçevre kuşatan dağın adıdır diyenler de vardır. Bu dağın ardında, efsaneye göre, cinler yaşamaktadır. Ejderhalar, insanlara zarar verince, güya melekler, onları bu dağın ardına, ateşli zincirlerle çekip atarlarmış. Tasavvuf erbabına göre, "Kâf", Kur'ân'a işarettir. Ki bu da, Allah'ın bütün isimlerinin zuhur yeri olan ve bu mazhariyeti bilen ve bildiren insan-ı Kâmil'dir. Zamanın kutbu ve imamı budur.
Kâf Dağını arkama Yüklendim etme aceb Bahr-ı Muhîti içdim Kanmadım amma neden. İdris-i Muhtefî Bayramî
Halk arasında Kâfdağı veya Kâf ifadesi sınırsızlık, son derece büyüklük gibi manalar ihtiva eder. Çok büyüklenen insana "burnu Kâf dağında" denir. Bir uçtan bir uca yerine de "Kaftan Kafa" veya "Nundan Nuna" deyimleri kullanılır. "Süleyman Peygamber, Kaftan Kafa bütün âleme hükmetti" gibi.
KAF-NUN,KÜN: Arapça, kâf ve nün harfleri bir araya gelirse "kün: ol" sözünü meydana getirir. Bakara/117; Âl-i İmrân/47; Meryem/35; Yasin/83; Mü'min/67. âyet-i kerimelerinde, Allah'ın, bir işin olmasını istemesi ve o işin hemen olması, bu sözle bildirilir. Tasavvuf edebiyatında Allah'ın dilemesi "kâf-nun" yahut "kün" sözleriyle belirtilir.
Onsekiz bin âlemi ma'dûm iken vâreyledi Kâf ü nün emri ile bir kerre îmâ etti aşk Yusuf Sineçâk
Kâf ü nün hitabı izhâr olmadan Biz bu kâinatın ibtidâsıyız. Harâbî
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.