MAHK: Bir şeyi iptal etmek, belirsiz hale getirmek anlamında Arapça bir kelime. Tasavvufî olarak, kulun vücûdunun Hakk'ın zâtında fani olmasıdır. Hakk'ın sıfatlarında kulun sıfatlarının fani olmasına da tams denir.
MAHMEL : Arapça. Deve sırtında bulunan ve insanların kolayca binip yolculuk yapmasını sağlayan bir gereç. Teklif külfetinden rahata ermek.
MAHMURÎ: Sarhoşluk, melankoli, mahmurluk anlamında Farsça bir kelime. Ferheng'de bu terim, kendinden geçme hali olarak tarif edilir.
MÂH-RÛY: Farsça, iki kelimenin birleşmesiyle oluşan, ay yüzlü anlamında bir ifade. Tehânevî'nin bu tâbiri tanımlaması şu şekildedir: Uyanık iken veya uykuda rüyada iken, görülen surî ve maddeye ait tecellîlere mâh-rûy denir.
MAHV: Arapça, bir şeyin eserini, izini tamamen silmek, yok etmek anlamında bir kelime. Kulun aklından gaib olması bakımından, âdete ait vasıfların ortadan kalkmasıdır. İçki içip te sarhoş olan kişiden meydana gelen söz ve işlerde, kulun aklının katkısı yoktur. Bir de cem'e ait mahv vardır. Bu, hakiki mahv olup, çökün tekte fena bulması şeklinde tanımlanır. Ubûdiyyete ait mahv ise, kulun aynının silinmesidir. Bu, varlığının a'yâna izafesinin (bağıntısının) kaldırılmasıdır.
MAHV-I AYN-I ABD: Arapça, kulun aynının silinmesi anlamında, zincirleme bir tamlama. Ayana varlık yüklemeyi düşürmek demektir. Buna mahv-ı ubûdiyyet de denir. Zira a'yân, bir takım zâta ait şe'nlerden ibaret olup, "âlimiyye" hükmündeki "vâhidiyye hazreti" nde ortaya çıkar. Bu da ebedî olarak, aynı, ma'dum olan malûmatlardır. Ancak şu kadar var ki, Hakk'ın vücûdu, bu ma'lûmatta zuhur eder.
MAHV-I ERBÂBI'Z-ZEVÂHİR: Zevahir erbabının mahvolmasını ifade eden, Arapça zincirleme bir izafet terkibi. Kâşânî'ye göre bu terkib, kötü ve âdete ait özelliklerin kaldırılmasıdır. Bunun mukabili, ibâdetin hükümlerini yerine getirmek ve öğülen ahlâkı elde etmek olan, isbâttır. MAHV-I ERBÂBİS-SERÂİR: Sırlar erbabının mahvolması anlamında Arapça bir terkib. Bu, illetlerin ve âfetlerin silinmesi demektir. Bunun mukabili, muvasalâtın (karşılıklı kavuşmanın) isbatıdır. Bu, "onun işiten kulağı, gören gözü olurum" kudsi hadisinde belirtildiği gibi, Hakk'ın sıfat, ahlâk ve fiillerinin tecellîleri sonucu, kulun kendi ahlâk, ef'al ve evsâfının kaybolması ile olur.
MAHVU'L-CEM'İ'L-HAKİKÎ: Gerçek cem'e ait mahvı ifade eden Arapça bir terkib. Kâşânî bunu, çokluğun, tekde fani olmasıdır, şeklinde tanımlar.
MAKAM: Mukam şekliyle okunursa, oturulan, ikamet edilen yer, makam olarak okunursa, ayağın bastığı yer, topluluk, oturulan yer, vs. gibi anlamları bulunan Arapça bir kelime, ism-i mekan. Velilerin mezarlarına veya hatıralarını taşıyan yerlere bu ad verilir. Makâm-ı ibrahim gibi. Mevlânâ'nın türbesinin girişinde bu manada olmak üzere şöyle bir beyt vardır:
Ka'betü'l-Uşşâk bâşed în makam Her ki nakıs âmed încâ şod temam. Yani: Bu makam âşıkların Ka'be'sidir. Buraya noksan gelen tamam olur.
Mezarı Aksaray'da olan Somuncu Baba'nın Darende'de makamı vardır.
Birisi, bir başka yerde vefat ederse, memleketinde veya hatırasını taşıyan bir yerde, ruhuna Fatiha okunmak ve onu anmak üzere yapılan merkada "Makam" denir. Bektaşîlerde, ocak, baba postu, gayb erenleri postu gibi makamlar vardır. Yine bir tanıma göre makam şudur: Kulun tekrar etmek suretiyle kazandığı ve kendisinde özellik haline getirdiği edebler ve ahlâk veya kulun riyazet ve mücehede ile ulaştığı dereceye makam denir. Haller vehbî (yani Allah vergisi iken), makamlar kesbî (yani kulun çabasıyla)dır. Hal geçici, makam süreklidir. Kâşânî, içinde bulunulan bir makamın hakkı yerine getirilmediği takdirde, kulun yükselemeyeceğinden bahseder.
MAKAM-I MAHMÛD: Öğülmüş makam anlamında Arapça bir tamlama. Ezan duasında ve İsra/79'da geçen ifade; hesap günü Hz. Peygamber (s)'in şefaat edeceği makamı bildirir. Teheccüdle bir bağlantısı vardır. O da malumumuz değildir.
MAKDİSİYYE: Kurusucu Abdüllatif Makdisî olan bir tasavvuf okulu. Kadiriyye'nin kollarından biridir. Makdis, Kudüs'ün esas adıdır.
MALAYANÎ: Manasız, boş söz vs. gibi anlamları bulunan, Arapça "mâ", "la" ve "ya'nî" nin birleşmesinden oluşmuş bir ifadedir. Tasavvufî ahlâkta manasız, boş sözlere yer yoktur.
MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün, mülk âleminin sahibi anlamında Arapça bir izafet terkibi. Kulun emrolunduğu şeyden, bulunduğu hale göre karşılık veren Hakk'a, mâlikü'l-mülk denir. Kula layık olduğu karşılığı verecek kişi Allah'tır.
MAL-MÜLK: Mal, bir kişinin veya toplumun sahip olduğu, eşya, para vs. ve rızık anlamında Arapça bir kelime. Çoğulu, emvâl'dir. Dünyanın, ve içindekilerin geçiciliğini anlamak ve anlatmak, tasavvufi disiplinlerde önem arzeden bir husustur.
Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi, Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan. Yunus Emre
MA'NÂ: Arapça'da, bir sözün ifade ettiği şeye denir. Tasavvufta, rüya'ya, ma'nâ veya seyr denir, "mânâ âleminde annemi gördüm", "Mânâmda yağmur yağıyordu" şeklinde kullanımları vardır.
MANASSA: Arapça, çardak demektir. Mahrem tecelliler, yani ruhani tecelliler.
MANSÛRİYYE: Hallac-ı Mansur'a izafe olunan bir tasavvuf okulu. Buna Hallâciye de denir. Hallâc-ı Mansur, gençlik yıllarında Hindistan'ın Sind eyaletinde İslâm'ı yaymak üzere faaliyetlerde bulunmuş ve bir hayli de başarılı olmuştur, işte bu müslümanlara "mansûrîler" adı verilir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.