VÂ'İZİYYE: Osmanlılarda camilerde yaptıkları hizmet karşılığı, vâ'izlere verilen maaş (cihet) a. vâ'iziyye denirdi.
VAKAR: Ağır başlılık anlamında Arapça bir kelime. Cürcânî bu deyimi, her hangi bir işe yöneldiğinde, kişinin ağır (teennî) hareket etmesi şeklinde tanımlar.
VAKFE: Arapça, durma, şüphe, vs. gibi mânâları olan bir kelime. Cürcânî ve Kâşânî bunu, iki makam arasında durma, hapsolma olarak tarif ederler. Bu, önceki makamın gereklerini tam o-larak yapmak ve bir sonraki makama da yükselmek üzere, edeblerini ifâ etmek içindir. Hacıların vakfe günü, Arafat ve civarında bir süre, Allah'a dua etmek üzere bulunmalarına da vakfe denir.
VAKFİYE: Vakfedenin, vakfa dair ifâdelerini ve hâkimin (kâdî) kaydını (tescilini) içermek üzere, düzenlenen "hüccet" hakkında kullanılan bir tâbirdir. Vakfiyeler, eskiden, noter defteri mâhiyetinde olan, Kadılık yanî Şer'î Mahkeme siciline geçmek suretiyle kesinlik kazanırdı. Bu hüccet'te, müessesenin nasıl idare edileceği, hangi masrafların yapılacağı, vakıfta kaç adamın, ne şekilde çalışacağı, vakıftan kimlerin yararlanacağı uzun uzadıya ayrıntılı biçimde yazılırdı. Suistimale engel olmak üzere, vakfın yöneticilerinin yiyecekleri, giyecekleri şeyler ve oturacakları yerler temin edilirdi. Vakfedenin koyduğu şartın, Allah'ın Kur'ân'da koyduğu âyet gibi olduğuna dair kuvvetli bir hüküm bulunması sebebiyle, yönetimin en kötü zamanlarında bile, idare, vakıflara dokunamazdı. Vakfiyenin teyid edici kuvvetleri ve cezaî hükümleri maddî değil, manevî idi. Vakfiyelerin sonuna "her kim bu vakfı amacından saptırır, değiştirir ise, Allah'ın, meleklerin, mü'minlerin laneti kıyamet gününe kadar onun üzerine olsun" şeklinde beddualar bulunur ve bu mealdeki âyet ve hadisler de ayrıca yazılırdı. İşte bu manevî ceza, vakıf müesseselerinin Osmanlıların yıkılışına kadar en ufak değişikliğe uğramadan, ayakta kalışının sebebidir.
VÂKİ: Arapça, vuku bulan, meydana gelen olay anlamlarında Arapça bir kelime. Kelamcılara göre, vâki, Levh-i Mahfuz, ehl-i hikmete göre de fa'âl akıldır. Tasavvuf terimi olarak, kalbe uyanıklık veya yarı uyanıklık halinde, manevî âlemden gelen manaya vâki1 denir. Bir vâkı'ı, kendisi gibi bir vâki' yok edemez, silemez. Halbuki, hatırda durum bunun aksinedir. Zira, bir hatır başka bir hatır ile silinir.
VÂKI'A: Arapça, şiddetli hadise, musibet, olay gibi anlamları olan bir kelime. Zikir sırasında ve Allah ile beraberliğinde, hislerini kaybedecek şekilde gaybete düşen salikin gördüğü şeydir; bu uyku ile uyanıklık arası (yakaza) bir haldir; salikin huzur ve uyanıklık hâlinde gördüğü şeye, mükâşefe denilir, şeklinde tanımlar. Vâkı'a bir çeşit rü'yadır ancak rüya değildir. Bu, manevî vâkı'a olup sadece mü'minler tarafından görülür. Mutasavvıflar manevî müşkillerine vâkı'a derler.
VAKIF: Arapça, durmak demektir. Bir mülkü, halkın yararına sonsuza kadar tahsis etmeye vakıf denir.
VÂKIF: Arapça, duran demektir.Mülkünü, sonsuza kadar halkın yararına tahsis eden kişiye, vakfeden manasına gelmek üzere vâkıf denir. Vakıfla ilgili bazı deyim ve atasözleri şu şekildedir: Kendisini bu işe vakfetmiş: Bir kişinin, kendini bir işe tam anlamıyla vermesini ifade eden bir tâbir. Şart-ı vâkıf, nass-ı Sâri' gibidir: Vakfı yapanın koyduğu şartlar, şeriat hükümlerini bildiren ve Allah tarafından emredilip,Peygamber tarafından bildirilen kesin hükümler gibidir değiştirilemez, demektir. Vakıf çeşmeden su içme: Vakfiyelerdeki ağır beddualar, sebebiyle, vakfın çeşmesinden bile su içmeyi takva açısından mahzurlu sayanlar tarafından söylenmiş bir söz.
Vakıf lakırdı para etmez: Şarta bağlı sözün hükmünde kesinlik olmadığını belirtmek üzere kullanılır. Vakıf mülk olsa da kimseye mal olmaz: Vakfı idare eden kişi, onu kendi mülkiyetine geçiremez, demektir. Vakıf sabunu yiyen farenin gözü kör olur: Bu atasözü vakfın, halkın yararına verildiğini, bu yüzden de ona ihanet edenin, onmayacağını belirtir.
VÂKIFİYYE: Sapık tasavvuf okullarından birinin adı.
VAKİTSİZ ÖTEN HOROZUN BAŞI KESİLİR: Horozun normal olarak sabah vakti ötmesi gerekir. Bunun aksine gecenin tam ortasında öterse, insanları rahatsız eder, hatta çocukları ürküttüğü için o horozun kesilmesi gerekir. Vakti gelmeden, henüz yeteri olgunluğa erişmeden,bir takım iddialara kalkışan kişi de, vakitsiz öten horoza benzetilmiş ve akibetinin kötü olacağı belirtilmiştir.
VAKT: Arapça, zaman demektir. Kulun üzerine gelen ilâhî varidat ve Rabbânî tecelliyâtın zamanıdır ki, o vârid gelince, kulu tasarrufu altına alır, onu etkiler. Vârid, havf ve hüzün gerektirirse kul, korkar ve üzülür. Aksi bir vârid ise sevinir. Halin tasarrufu altında bulunan kula rıza göstermek ve teslim olmak gerekir. İçinde bulunduğu vaktin icaplarını yerine getiren sûfîye, ibnü'l-vakt (vaktin oğlu) denir. Bu halde sûfî geçmiş, gelecek ve hal kayıtlarından sıyrılmıştır, ibnü'l-vakt durumundaki sûfînin hali, kendi kesbine bağlı ise o zaman, gerekenin en iyisini yapması gerekir. Cürcânî bu terimi, yapma (sun'î) olmayan, istidadın gerektirdiği şey, yani kendi hâlinden ibarettir, diye tarif eder.
VAKT-İ DÂİM: Devamlı olan vakit anlamında Arapça bir ifade. Kaşanî bunu, sürekli olan ân diye tanımlar.
VAKT-İ MÜSERMED: Arapça, uzun zamanı ifade eden bir söz. Sermedî kelimesi, zamansız ve mekansızlığı ifâde eder. Sermedî hayat, sonsuz (ezelî ve ebedî) hayat anlamındadır. Bir sûfi benim vaktim müsermeddir, dediği zaman o, bununla, değişmeksizin hal olarak, bütün vakitlerinde, Allah ile beraberliğini anlatır. Vecd ehli, bu sözü içinde bulunduğu hali anlatmak için söyler.
VAKT-İ SA'ÂDET: Arapça, mutluluk, selâmet ve barış dönemi anlamına olup, Hz. Peygamber (s)'in nübüvvet zamanlarına denir.
Sensin ol fahr-i cihân-ı medeniyyet ki hemân Ahdini vakt-i sa'âdet bilir ebnâ-yı zaman Şinasî
VARINI ORTAYA KOYAN UTANMAZ, VARINI VEREN UTANMAZ: Arapça, "cömertlik vardan olur" anlamına gelen atasözünün bir başka şekilde ifade edilmiş şeklidir. Tasavvufta cömertlik, kişinin olgunluğunun göstergesi olarak telâkkî edilmiştir.
VÂRİD: Arapça, gelen demektir. Kul, irade etme-den, kendi katkısı bulunmadan, eğer kalbine bir mana gelirse, buna vârid denir. Allah'tan gelen vârid'e vârid-i Hak, ilimden (şeriattan) gelen vârid'e de vârid-i ilim denir. Gelen vârid, kulu etki altına alır, onu sevindirir ve hüzünlendirir, o zaman gelen bu vâridler, psikolojik olarak çıkardığı duruma göre, vârid-i hüzn, vârid-i sürür gibi isimler alır. Allah'tan gelen feyz veya ilhama, vârid adı verilir.
VARLIK-BENLİK : Varlığına, makamına, bilgisine, malına, mülküne,akrabasına, güzelliğine güvenip, kendisinde payeler aramaya kalkışan, bunların Allah'ın nimeti olduğunu düşünmeyip, kendine mal etmeye çalışan, gurura kapılan kimselere varlık, benlik sahibi denir.
Sıratı, mizanı bunda geçmişler, Varlık benlik kafasını yıkmışlar, Al giymişler, yas donundan çıkmışlar, Gece kadir, gündüz bayram günleri. Kul Himmet
VASAT: Arapça, orta, ortalama, gibi anlamları olan bir kelimedir. Hafnî, bunun sufilerin âdeti olduğunu ve bu âdetin de kemer bağlamak şeklinde uygulandığını söyler. Şed bağlamak.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.