ŞEFKAT: Arapça, şefkat, merhamet anlamında bir kelime. Halka gerek duyduğu şeyi vermek, gücünün üzerinde onlara bir şey yüklememek, anlamayacakları tarzda hitab etmemek.
ŞEGAF: Arapça, gönlünü çekmek anlamında bir kelime. Kalbin üzerini kaplayan ince zar. Sevginin, kalbin zarına ulaşması durumuna şegaf denir. Kalp gerçekte, hayvanlarda da bulunan bu maddî kalp değildir. O insanın sırrı ve cisimlerin kuşatamadığı Rabbi anlama yeridir. Kalbin zarındaki sevgiden, sevginin şuura iyice yerleşmesi anlaşılmalıdır.
ŞEHADE: Arapça, gözönündeki, görülen, şahid olunan şeyi ifade eder. Şehidlik, şehid olarak ölme. Boğularak, vebadan ve garib olarak ölenlere şehid denir. En yüce şehadet mertebesi, Allah yolunda öldürülmektir. Bu sayılanlara küçük şehidlik denir. Bir de büyük şehidlik vardır ki, bu da iki kısımdır: 1) Yüce olanı: Allah'ı ayne'l-yakîn olarak mahlûkâtta görmektir. Meselâ, bir şeye bakıldığında Allah onda, infisâl, hulul, ittisal olmaksızın müşahede edilir. 2) Düşük derecede olanı: Sebebsiz, garazsız olarak Allah'a sevgi beslemektir.
ŞEHÂVİYYE: Muhammedi'ş-Şehâvi'l-Burhânî tarafından kurulmuş tasavvuf okulu. Burhaniyye'nin bir kolu.
ŞEHBAZİYYE: Seyyid Lal Şahbaz Garib tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Burhaniyye'nin kolu.
ŞEHİR-ŞÂR: Mutlak varlık. Hacı Bayram Velî'nin şiirinde Bektaş-i Velî'nin Menakıb'ında şar, gönül, kalp olarak değerlendirilir.
Şar dedikleri gönüldür. Hacı Bayram Velî
ŞEHVET: Arapça, şiddetli arzu demektir. Nefsin bir şeyi şiddetle arzulaması. İki türlü şehvet sözkonusudur: 1) Varlığı gerekli olan, yok olduğu zaman insanın bedenine zarar getiren şehvet, 2) Olmadığı zaman, bedenin zarara uğramadığı şehvet. Kur'ân'da övülmeyen tarzda zikr olunmuştur: "insanlar için şehvetleri sevmek süslü gösterildi" (Âl-i imrân/14) "Sizler, kadınlar dururken, şehvetle erkeklere geliyorsunuz" (A'râf/81). Seyyid Şerif Cürcânî şehveti; nefsin hoşlandığı şey, nefsin bir şeye meyletmesi, şeklinde tanımlamıştır. İslâm'da şehvetleri yok etmek değil, terbiye etmek, meşru sınırlar içinde tutmaya çalışmak esâstır.
ŞEK: Arapça, şüphe demektir. Tasavvuf! olarak, sözünde, özünde gerçeklik olmayan kişiye "sekte kalmış" tâbiri kullanılır. Şüphesi kalmamış kişi "sekten, şüpheden arınmış" diye övülür.
ŞEKL: Arapça, karışık iş, bir şeyin sureti, hey'eti, durumu, şekil, uygun, benzer gibi anlamları olan bir kelime. Hakk'ın varlığı.
ŞEKÛR: Arapça, çok şükreden, şükredene karşılık veren, nimete garkolmuş vs. gibi anlamları olan bir kelime. Verildiği zaman teşekkür edene şâkir, verilmediği halde şükredene şekûr denir. Şekûr, gerçek manada Allah'a şükretmekten âciz olduğunu anlayan kişiye denir. Bu şuura ulaşan kişi, bütün gücünü kalbi, dili ve vücut organlarıyla şükre harcar. Kalbî şükür, inançla; dil şükrü, dil ile söylemek (tahdîs-i ni'met) le; vücud organlarının şükrü de, amel etmek suretiyle olur.
SEM': Mum, meş'ale anlamında Arapça bir kelime. Bu İlâhî bir nurdur. Sûfînin kalbini yakan İlâhî nurun pırıltısı, müşahede ehlinin kalbinde parlayan irfan nuru. Şem'-i İlâhî: Kur'ân-ı Kerim. Pervane kelebeği mumun etrafında döner, buna uzun süre devam eder, sonunda alevin çekici gücü onu kendi içine çeker, pervanenin tüm vücudu alev alev yanarak yok olur. Sûfînin durumu da aynen bunun gibidir, aşkın yakıcı alevine mübtelâ olur, bu ibtilâya devam eder, sonunda varlığı aşk ateşiyle aynîleşir, nihayet kendisi alev alev yanan bir ateş olur. Semâ'daki dönüş, pervanenin mum alevi etrafındaki dönüşünü sembolleştirir, semâda da aynı yanış, aynı ateş söz konusudur. Erbabına malûmdur.
ŞEMAİL: Arapça, tabiatlar, huylar anlamında çoğul bir kelime. Cemâl ve celâlin bir araya gelip birbiriyle uyuşması. Hz. Peygamber'i tasvir eden, ruhî ve fizikî yönünü anlatan eserler. Bazan olan, bazan olmayan hafif fakat sükûnu bozmayan cezbeye de denir.
ŞEM'İ OKUNMAK: Şem' Arapça'da mum, meş'ale demektir. Mevlevî tâbiri. Dört selamdan ibaret olan mukabelelerden, neş'eli geçenlerin tesirini bir kat daha artırmak amacıyla, okunan âyinlerden birinin adı. Âyin şu parça ile başlardı:
Şem'-i ruhuna cismimi pervane düşürdüm Evrak-ı dili âteş-i sûzâne düşürdüm Bir katra iken kendimi ummana düşürdüm Ta'dad idemem derd-i derûnum elemim var, Mevlâ'yı seversen beni söyletme gamım var.
ŞEM'İN KÜLÜNÜ ALMAK: Mumun fitilini kesmek anlamına bir söz. Bu iş, makası andıran bir âletle yapılırdı.
ŞEMS: Arapça, güneş demektir. Ulûhiyyetin ortaya çıkış yeri ve noksanlıklardan münezzeh mukaddes özelliklerin çeşitlenmesinin tecellî yeri olan nur. Güneş, diğer unsurî varlıkların aslıdır. Allah, varlığın tümünü, güneşte remz halinde yarattı. Tabiî güçler, onu, Allah'ın emriyle yavaş yavaş varlığa çıkarır. Güneş sırların noktası ve nurların dairesidir.
ŞEMSİYYE-İ HALVETİYYE: Şeyh Şemseddin Ahmed Sivâsî tarafından kurulmuş, Halvetîliğin kollarından bir tasavvuf okulu.
ŞEMS KOLU - VELED KOLU: Mevlevî tabiridir. Mevlevîlikte şube olmamakla birlikte, iki neş'e vardır. Mevlevîlerin bir kısmı tam ehl-i sünnettir. Nakşîliğin Halidî kolu gibi dine ve kurallarına en ufak taviz vermeksizin sıkı sıkıya bağlıdır, bir kısmı da tam İmamiyye mezhebine sâliktir, rinddir. Birincilere "Veled kolu" ikincilere "Şems kolu" denir.
ŞENGÎ: Farsça, güzel, zarif anlamına bir kelime. Hakk'ın, maddede tecellî eden nurları.
ŞEPPER-ŞÜPEYR: Arapça'da Hasan ve Hüseyin anlamlarını ihtiva eden Süryanice iki kelime. Bu isimler Hz. Harun'un iki oğlunun adı olup, Hz. Peygamber (s) tarafından, Hz. Ali (r)'nin oğullarına verilmiştir.
Şüpeyrü Şepper, mürşid ü rehber, Sundular kevser Elhamdülillah Üsküdarlı Hâşim Mustafa Baba
Bu beyt, "muhabbet" denen içkili Bektaşî sohbetlerinin en sonunda, sofra kalkacağı zaman, Gülbangden önce, besteli olarak topluca okunurdu.
ŞER: Arapça, kötülük demektir. Yokluk, zâtı bakımından sırf serdir. Zira adem (yokluk) Allah'a dayanmaz.
ŞERBET: Arapça, içecek demektir. İlâhî, feyz, ilâhî sevgi, aşk şarabı.
Hak'tan gelen şerbeti içdik Elhamdülillah, Şol kudret denizini geçdik Elhamdülillah. Yunus Emre
ŞERBETLEMEK : Yılan ve zehirli hayvanların zararından korunmak üzere, ocak adı verilen kişinin okuyup üfürdüğü şerbeti içirmesi olayına şerbetleme adı verilir. Bu işi daha ziyade Rifaî Şeyhlerinin yaptığı kaydedilir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.