HAVATIRİYYE: Nureddin Ali b. Meymûn el-idrisî (ö. 917/1511) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Medyeniyye'nin kollarından biridir.
HAYA: Arapça, utanmak manasına bir kelime. Nefsin bir şeyden çekinmesi ve o konuda yerilmekten korkarak terketmesidir. İmanî haya, mümini günah işlemekten alıkor. Zira o,
Allah'tan korkar. Bir de nefsanî haya vardır ki, edeb yerinin ortaya çıkmasından utanmak bu kabildendir. Hayanın imanla bağıntısına dikkat edilirse, imanı olanın hayası, imanı olmayanın da hayasızlığının söz konusu olduğu görülür. Zira, Hz. Peygamber (s) "Utanmak yani haya imandandır" buyurmuştur.
Birisi bahr-i atadır birisi Kulzum-ı Dâd Birisi kân-ı hayadır, birisi genc-i sühâ Nâzım
HAYAL: Arapça, düş, görüntü, aslı olmayan görüntü manasına gelir. Vahdet-i vücud felsefesinde, hayal vücudun aslıdır. Hayal sebebi ile olmadıkça, Hakk'ın esma ve sıfatı olmaz. Hayalde, Ma'bûdun ortaya çıkışının olgunluğu vardır. Hayal, bütün âlemlerin aslıdır. Hz. Peygamber bu konuda "bütün insanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar" der. Yani, dünyada iken üzerinde oldukları hakikat, onlara açılır, böylece dünyada iken uykuda olduklarını, uykudaki insanın dış dünyanın gerçekliğinden haberi olmadığı gibi, dünyadaki hakikatlerden gafil ve uzak olduklarını anlarlar. Zira, ölümle küllî uyanıklık husule gelir, üzerine gaflet çekilmiştir. Bu çekilen gaflet de, uykudur. Âlemlerin aslı hayal olduğu için, bütün ümmetler, bulundukları âlemde hayal ile kayıtlıdırlar. Dünya ehli, me'âş ve meâd (dünya ve ahiret) hayali ile kayıtlıdır. Allah'la beraber olduğunun bilincine ulaşan (yani O'nunla hâzır olan) kişi de, uyanıktır. Böylece kişilerin uyanıklığı, Allah'la beraber olma bilincinin gücü ile doğru orantılıdır; ihsanda ilerledikçe, uyanıklığı artar. Allah tefekkürü ve bilincinden uzaklaştıkça da, uykusu yoğunluk kazanır. Bütün âlemlerin, bu şekilde, üzerlerinde uyku bulunduğuna hükmolunmuştur. O halde, bundan hareketle, âlemlerin (Âlem: Allah'a işaret eden manasınadır) tümünün hayal olduğuna hükmetmek gerekir. Zira, uyku, hayal âlemidir.
HAYAT: Arapça, canlılık, dirilik manasınadır. Bir şeyin kendi nefsi sebebiyle varlığı, onun tam hayat sahibi olmasıdır. Kendinden başkası sebebiyle varolanın hayatı, izafî (bağıntılı) dir. Allah kendi nefsinden dolayı vardır, ve O, diridir. (Hay), hayatı, tam hayattır, O'na ölüm dokunmaz. Mahlûkat, Allah'tan gayri varlıklardır. Onların hayatı, izafî hayattan başkası değildir. Bu sebeble onlar ölümlü ve fânidirler. Ayrıca, mahlûkat içinde Allah'ın hayatı tam diridir. Ancak mahlûkat, bu tam dirilik konusunda farklılık arzederler. Bunlardan bir kısmı kendi nefsi ile vardır (mevcuttur) ve mevcut olduğu bilinir. Lakin bunun vücudu (varlığı), yakınlığa bağlı (Allah'a yakınlık) olmadığı için, hakikî değildir. Burada kurbet (yakınlık), kendisi için değil Hak için var olmak demektir. Ancak kurbet (yakınlık) hayatı da, tam bir hayat değildir. Onlardan bazılarında, dış şekillerinde olmaksızın bir hayat zuhur eder. Bunlar diğer hayvanattır. Yine mahlukattan bir kısmının kendindeki hayat, bâtıl olur, hayvan, maden, bitki vb. gibi, kendi nefislerinden dolayı değil, başkasından dolayı mevcutturlar. Bütün varlıklar hayat sahibidir, diridir. Zira her şeyin varlığı, hayatının aynı (özü, aslı) dır. Aradaki fark; tam hayat sahibi olmak, noksan hayat sahibi olmaktır. Yani burada ölümün birleştiği ve ölümün birleşmediği hayat farkı, söz konusudur. Eşya, mertebesine müstehak olduğu ölçüdedir (miktardadır, durumdadır). Bir miktar azalma ve çoğalma ile bu mertebe yok olur. Varlık (vücut) ta hayat, tam olan hay (diri) dan başkası yoktur. Zira hayat, bir tek ayn (öz, asıl)'dır. Hayatta, noksanlığa, bölünmeye, değişime, atomlarına ayrılmaya yer yoktur. Hayat, her şeyde, kendinden dolayı mevcut olan bir cevher-i ferddir. Şey'in dilemesi, onun hayatıdır. O da, bütün eşyayı ayakta tutan, varlığını sürdürten Allah'ın hayatıdır. Bu da, varlığın Allah'ı teşbih etmesidir. Varlıktaki hayatiyet, devamlılık, onun teşbihidir. Ayet: "Yerde ve göklerde hiç bir şey yoktur ki O'nu hamd ile teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihlerini anlayamazsınız", (lsra/44) Bazı sufilere göre hayatın üç derecesi vardır: 1. ilim hayatı : Kalbin cehilden kurtulup ilimle dirilmesi. 2. Hayat-ı cem' : Kalbin tefrika denilen esma ve sıfat tezahürlerinden kurtulup, Zât'a doğru bir noktada cem olup toparlanması. Bu mânâda, kalbin, Allah'tan gayri akla takılan şeyleri kovması, düşünce gücünü bir noktada konsantre etmesi söz konusudur. 3. Hayat-ı Hak : Vücud hayatı demektir. Sufinin fena fillah ve bakâbillah makamına ermesidir. Bunlara ilaveten; şehidlik, zikir, tefekkür, mârifetullah ve aşk da, maddî bedenin ölümünden sonra devam edegelen bir tür dirilik (hayat) olarak kabul edilmişlerdir.
HAYATİYYE: Şeyh Muhammed Hayatî Efendi'nin kurduğu bir tasavvuf okulu. Halvetiyye'den Ramazâniyye'nin bir koludur.
HAY'DAN GELEN HÛ'YA GİDER : Burada Hayy, Allah: Hû, yine Allah demektir. Bu şekliyle mana "Allah'tan gelen, Allah'a gider" şeklinde olur. Veren de Allah'tır, alan da... Bu atasözü, daha ziyade, tesadüfen ele geçen, bedavadan emek sarfetmeden kazanılan şeyin değeri bilinmez, geldiği gibi kolayca elden çıkar, şeklinde kullanılır.
HAYDAR (HAYDARİYYE): Göğsü ancak kavuşabilecek kadar dar, yakasız, kolsuz, bele kadar gelen bir üst elbisesidir. Bunun üzerine hırka giyilir. Omuz başlarına doğru sarkan ve birer kavis teşkil eden uçları vardır. Omuzbaşları karşılıklı ha (^), yaka dal (j), beden de rı (_,) harfine benzetilerek bu giysiye "Haydari" denmiştir.
HAYDARİYYE: Şeyh Kutbüddin Haydar ez-Zevâcî'nin tesis ettiği bir tasavvuf okulu.
HAYDARİYYE: XIII. asırda iran'da Kalenderiyye'nin kolu olarak kurulan bir tasavvuf okulu.
HAYDARİYYE : XIX. asırda kurulan (İran) bir esnaf tarikatı.
HAYIR: Daha iyi, çok ve iyi servet, hayrı çok olan vs. gibi mânâlar ihtiva eden Arapça bir kelime. Tasavvuf açısından hayr, şu şekilde yorumlanır: Varlık sırf hayırdır; öz bakımından Allah'a istinâd ettiği için, sırf hayırdır. Yokluk ise, sırf serdir. Zâtı itibariyle, Allah'a dayanması yoktur. Zararlı olanı, yararlı olanla karşılarsan daha çok yararlı şey bulursun. Şerliyi hayırla karşılarsan, daha çok hayra nail olursun.
HAYIRLARA KARŞI : Yolculuğa çıkan, giden kimse için kullanılan bir dua.
HAYRET (veya HAYRAN: Şaşkınlığı ifâde eden Arapça bir kelime. Hayret, Allah hakkında hırslı olmakla, ümitsiz olmak arasında bir duraktır. Aynı şekilde, korku ve rıza, tevekkül ve recâ arasında bir duraktır. Hayret, derin düşünce ve Allah huzurunda, hakikat ehlinin ve ariflerin kalplerine gelen bir hâldir. Ariflerin bazısı, hayreti, kavuşma, onu iftikâr, onu da tekrar hayretin izlediği kanaatindedirler. Bunun manası: Tahayyürü recâ takip eder, onun peşinden arzulanan kavuşma gelir. Bundan sonra sufî Allah'a olan ihtiyâcı sebebiyle tekrar hayrete düşer. Zira Rabbi, Ganîdir, Samed (her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değil) dir. Kul ise noksanlı ve muhtaç durumdadır. Allah'a kavuşma isteğinin devamlı oluşu sebebiyle, daha önce düştüğü hayrete tekrar düşer. Arif, bu durumda, hayret ve kavuşma ile sürekli iftikâr (muhtaçlılık) halindedir. Marifet, hayret ve sıkıntıyı gerektirir. Arifin üzerinde hüzünler zuhur eder. Allah'a kavuşması arttıkça, bu yakınlıktaki uzaklığı da artar. Özetle ifade etmek gerekirse, hayret, Allah'ın gücüne, sun'una, hikmetine, karşı duyulan aşırı bir arzudur. Yaşanmadıkça bilinmez.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.