MURAKABEYE VARMAK : Gözleri yumup Allah'a teveccüh etmek ve bu durumda zikir ile meşgul olmaya, murakabeye varmak, denir .
MURAKKÂ: Arapça, hırka, yamalı elbise demek- tir. Eskide dervişler, nefislerinin gurur ve kibrini kırmak için, eski elbiseler giyerlerdi. Bu tip elbise, iki dünyadan da sıyrılmayı ifade eder. Murakkâ, genellikle mavi renklidir. Ancak bu şekilde giyinmek, zamanla riyakarlığa dönüştü. Ibn Cevzî, Telbis'de, bu hususu şöyle dile getirir. "Murakkâ, eskiden incileri örten bir örtüydü. Şimdilerde, leşi örten bir örtü haline geldi." Hattatların ayrı ayrı kâğıtlara yazdıkları yazılara "Murakka'ât" (yani murakkalar) denir. Bu tip yazılar, bir mukavvaya yazılır, tezhib edilir, sonra bir mecmua hâline getirilip saklanırdı.
Baş sallar sûfi gibi, yeşil murakkalar geyip, Söyler benzer serv, gülşende sabâdan aldı el. Necâtî
MUSAFAHA: Arapça, parmaklar bitişik, eller düz ve açık olarak iki kişinin tokalaşması demektir. Musafaha sünnettir. Bu, bir tür selamlaşmadır. Mevleviler, iki kişi aynı anda birbirlerinin ellerini öpmek suretiyle musafaha yaparlardı.
MUSAHİB: Arapça, sohbet arkadaşı demektir. Alevîlere erginlik çağına gelen iki kişi, aynı zamanda Alevîliğe girerler, bunlar birbirlerinin sahib ve "musahib"i olurlardı. Bu, hicretin hemen akabinde Hz. Peygamber (s.)'in Mekke'li ve Medine'li müslümanları kardeşleştirmesi (muâhât) olayına dayandırılır. Bu şekilde kardeşleşmeyen yani musahibi olmayan kişi, alevîliğe giremez. Bektaşîlik'te, Alevîlik'teki gibi musahiblik şartı yoktur.
Miyan-beste olan üstadsız olmaz, Rehber olmayınca bu yol bulunmaz. Üçü bir kimsedir ismi bilinmez, Mürebbî farz, musahib sünnettir. Kul Himmet
MUSLİHİYYE-İ HALVETİYYE: Tekir-dağlı Şeyh Mustafa Muslihiddin Efendi (Ö. 1099/1697) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu olup, Halvetiyye'nin kollarındandır. Bu koldan, daha sonraları Zühriyye adında bir alt kol daha zuhur etmiştir.
MUSTASVİFE: Arapça, uyduruk, sahte mutasavvıf demektir. Sahte sûfiler, tasavvuf tarihinde olumsuz örnekler olarak sıkça görülmektedir. Bu grub, dünyalık uğruna, tasavvuf sakızı çiğner. Hedefleri, olgunlaşmak ve Allah'a olgun bir kul olmak değildir. Bunlara, pislik yiyen sinek veya kurt gözüyle bakılır.
MUTA'ABBİD: Arapça'da kulluk etme anlamındaki te'abbud masdarının ism-i failidir. Neş'e ve zevkine ulaşmamakla aksamalarla birlikte kendini, ibadete vermiş kişiye (mute'abbid1) denir.
MUTALA'A: Arapça, bir şeyi bilmek, iyice anlayabilmek üzere devamlı bakmak anlamındadır. Başlangıç olarak, yahut hadiselere rucû eden şey konusunda, kendilerinden doğan istek olmadan, Hakk'ın ariflere nasib ettiği muvaffakiyet (başarı)e mütalaa denir ki, tavali (doğuş) ve berk (pırıltı, şimşek)ler vuku bulduğunda, müşahedeyle beraber ortaya çıkan şeye denir. Halifelik yükünü sırtına alan ariflere, Hakk'ın lütfettiği başarıya da mutala'a denmiştir.
MUTASARRIF: Arapça, harcayan, sarfeden, bir işi yöneten, yön veren, bir işte ileri geri hareket eden kişi anlamındadır. Detaylı bilgi için bkz. "Tasarruf". MUTRİB: Arapça, şarkıcı, neşelendiren, coşturan anlammadır. Rumuzu açan, hakikati açıklayan, ariflerin gönüllerini mamur hale getiren ve bu suretle teşvikte bulunan ve feyz ulaştıran kişiye mutrib denmiştir. İnsan-ı Kâmil. Eshab-ı lyş u işreti selbetti dehr-i dûn Pîr-i mugana, mutriba, rindana hasretiz. Abdülbaki Feyzi MUTRİB-HÂNE: Mevlevî tabiri. Ney, kudüm çalan ve ayin okuyan (ayinhan)ların bulunduğu özel yer (mahfil)e mutrib-hâne denir.
MUTTAKİ: Arapça, sakınan, takva sahibi kimse anlamındadır. Cürcanî, dinî vecibelerin tümünü yerine getiren kişiyi muttaki olarak tanımlar.
MUTTALA': Arapça, seyretme yeri demektir. Sûfiler, bunu, marifet anlamında ele alırlar. Tecelli geldiğinde, sûfiye zevk ve ilham yoluyla bazı sırlar açılır. O, âleme bu gözle bakar.
MÛY: Farsça, saç demektir. Hüviyetin dış yüzü hakkında herkes malumat sahibi olabilir, ancak daha ileri gidilemez; çünkü ötesi gaybu'l-gayb'dır, bu da saç gibi simsiyahtır, karanlıktır.
MÜBTEDÎ: Arapça, yeni başlayan, acemi demektir. Bir şeyi yeni öğrenmeye başlayan öğrencilere, mübtedî (işin başında) denir. Tasavvufî olarak, tam anlamıyla kendini Allah'a vererek, tasavvufî sulûke azm kuvveti ile başlayan kişi anlamına gelir. Bu kişi, tarikat edeblerini vazife edinir. Sağlam bir irâde ile hizmete sarılır. Mevlevîlik'te 1001 günlük çileye giren canlar, mübtedî olarak değerlendirilirler. Başlangıçta verilenleri tam anlamıyla yapanlar, maneviyat yoluna kabul edilirler. Rahmetli Sami Efendi (k.)'nin yolunda, asıl ders verilmeden önce, mübtedilere belirli bir süre hazırlık dersi verilir. Başarılı olunursa asıl derse geçilir.
MUCAHEDE: Arapça, vuruşmak, döğüşmek, harbetmek anlamında bir kelime.
Bütün masivadan sıyrılmak suretiyle, Allah'a duyulan ihtiyacın sıdk üzere olması. Nefsin, Hakk'ın rızasını kazanmak yolunda harcanmasına mücâhede denmiştir. Nefse şehvet sütü emzirmeyi terketmek, kalbi, istek ve şüphelerden uzak tutmak da mücâhede olarak değerlendirilmiştir. "Uğrumuzda cihad edenlere, (bize ulaştıracak) yolları gösteririz..." (Ankebut/69) âyeti, tasavvufî düşüncede, afakî olduğu kadar enfüsî olarak da, değerlendirilmiştir. Hasan el-Kazzaz (r), mücâhedeyi "ancak belini doğrultacak kadar az yemek, sadece ağırlık bastırdığı zaman uyumak, zaruret olmadıkça konuşmamak" şeklinde tanımlarken, İbrahim b. Edhem şu açıklamayı yapar. "Bir kulun salihler seviyesine ulaşması için, altı engeli aşması gerekir: 1-Nimet kapısı kapanır şiddet (sıkıntı) kapısı açılır, 2- izzet kapısı kapanır, zillet kapısı açılır, 3- Rahat kapısı kapanır cehd (zorlu çalışma, çaba) kapısı açılır, 4- Uyku kapısı kapanır, uyanıklık kapısı açılır, 5- Zenginlik kapısı kapanır, fakirlik kapısı açılır, 6- Emel (istek) kapısı kapanır, ölüme yetenek kazanma kapısı (fena) açılır. Bâyezid, kendi mücâhede deneyimini anlatırken "oniki yıl nefsimi örste doğdum, beş sene kalbimi ayna gibi cilaladım, bir sene de, bu nefsim ile kalbim arasından baktım, belimde açıkça zünnar gördüm. Oniki yıl bu zünnarı gidermek için çaba sarfettim, tekrar baktım, belimde yine zünnarı gördüm. Bunun üzerine beş yıl daha gayret sarfettim, keşfim açıldı. Mahlûkâta baktım, onları ölümüm olarak gördüm. Onların üzerine dört yıl tekbir (beyaz, siyah, kırmızı, sarı ölüm) alarak cenaze namazlarını kıldım, işte nefsin mücâhede yolculuğu budur" der. Arif bu yolda halka, dünyaya ve içindekilere iltifat etmez. O, sadece Allah'la beraber bulunmayı sürdürür. Bu, insanlar arasında çok az bulunan yüce bir makamdır.
Mücâhedenin, takva sahibi olmak, istikamet üzere bulunmak, keşf ve ilhama ulaşmak gibi, çeşitli amaçlarla yapıldığı kaydedilirse de, doğrusu mücâhedenin Allah rızası için olmasıdır. Zira, kulun Allah'a ulaşmak üzere yaptığı herşey, araçtır. Takva ve istikamet de buna dahildir.
Değil mi cenk hayatın zebûnu âlemde Mücâhede ile yaşar çaresiz bu âlemde. M. Akif
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.