TA'ÂM: Arapça, yemek demektir. Tasavvuf! edepler arasında az yemek önem taşır. Cüneyd-i Bağdadî, Allah'ın rahmetinin, sûfîlerin üzerine üç yerde indiğini söyler ki bunlar: Yemek yedikleri zaman; onlar yemeği ancak yeterince yerler. Aralarında ilim müzakeresi yaparken; sûfîler sadece evliyanın hallerini anlatırlar. Sema yaptıklarında; onlar, ancak hakkan işitirler. Sûfiler çok acıkmadıkça yemezler, yediklerinde de ölçüye dikkat ederler. Yine sûfîler, sofrayı ganimet bilmez, yemek yerken aşırıya kaçmaz ve başkalarına da yük olmazlar.
Az yemekten evliya olur kişi, Az yiyenlerin hakdır teşvişi, Çok yiyenlerdir ibâdet etmeyen, Çok yiyendir doğru yola gitmeyen. Eşrefzâde
TA'NETMEK: Arapça, ta'n dürtmek demektir. Kınamak ve aleyhde bulunmayı da ifade eder. Ta'n eden bizden, ettiren ise bizden değil: Bu, taş atan bizden, attıran bizden değil anlamında da kullanılır. Bu söz, tasavvuf yoluna giren kişinin, bağlı bulunduğu yola tenkit getirecek davranışlarda bulunmaktan sakınması, ölçülü olması ve dikkatli konuşması gerektiğini bildirir. Bu konuda Kur'an'da da şu mealde bir uyarı vardır: "Onların Allah'tan gayrî taptık (ilah) larına sövmeyin, sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler..." (En'âm/108).
Zâhid bize ta'n eyleme Hak ismin okur dilimiz Sakın efsane söyleme, Hazrete varır yolumuz. Bezcizade Muhyiddin
TÂ'AT: Arapça, itaat, muvafakat, emre boyun eğme gibi anlamları ihtiva eden bir kelime. Seyyid Şerif tâatı, bir emre isteyerek muvafakat etme, şeklinde tanımlar. Tâat ona ve Mu'tezile'ye göre, Allah'tan başkası için caiz olup, bu, irâdenin muvafakatidir (Emrin değil). Sülemî, tâatın nedenini, cehennem korkusu, cennet ümidi ve Allah'ın rızasına bağlar. İbadete verilen mânâlardan biri de tâattir. Allah'ın emirlerine uyana muti veya ehl-i tâ'at denir.
TA'AYYÜN: Arapça belirme, anlamında bir kelime. Vahdet-i vücuddaki zattan ilk ortaya çıkan, beliren varlık mertebesine, ta'ayyün-i evvel (ilk belirme); ikinci varlık mertebesine de ta'ayyün-i sânî (ikinci belirme) denir. Ta'ayyünler cüz'î ve küllî olmak üzere iki türlüdür.
TAB: Tabiat, mizaç anlamlarında Arapça bir kelime. Her şahsın hakkında, kendisiyle ilmin öne geçtiği şeye tab' denir.
TABAKA: Mertebe, menzile hal anlamlarını içeren Arapça bir kelime. Şeyhlerle buluşma, onlardan tasavvuf eğitimi alma ve aynı yaşta olanların oluşturduğu cemaate tabaka denir.
TABAKAT: Arapça, tabakalar, mertebeler anlamında çoğul bir kelime. Biyografileri, toplu olarak ihtiva eden kitaplar.
TABİ'AT: Tabiat, seciye, karakter anlamlarında Arapça bir kelime. Cürcanî bunu, "cisimlere sirayet eden bir kuvvet olup, cisim onunla tabiî olgunluğuna ulaşır" diye tanımlamıştır.
TABİB-İ RUHANÎ: Arapça, maneviyat
doktoru demektir. Seyyid Şerife göre, maneviyat doktoru arif bir kişi olan şeyhtir. O, bu tıb ile kemâle erdirir, doğruya iletir. Eğer islâm'da bir psikolojiden bahsedilecek ise, en mükemmel psikologlar, sûfîlerdir. Zira onlar insanın iç âlemini keşfe çıkmış, durmak bilmeyen gezgin-kâşiflerdir.
TABİRNAME: Arapça ve Farsça iki kelime-den meydana gelen bir sözcük, yorum mektubu anlamında. Uykuda görülen rüyaları yorumlamak üzere yazılan kitaplara, tabirname denir.
TÂC: Farsça, süslü başlık anlamında bir kelime. Hükümdarların resmî günlerde, başlarına giydikleri murassa başlık. Bazı şeyh ve dervişlerin başlarına giydikleri çeşitli şekillerdeki külah, tâc olarak adlandırılır. Bu taca bakarak, giyen kişinin hangi tarikat-ten olduğu anlaşılırdı. Bu tâc, dövme yünden yapılırdı. Mevlevîlerin giydiği taca, sikke adı verilir. Tacın üst kısmına kubbe, başa geçen kısmına lenger denir. Tâcname : Taç geleneğini rivayetleriyle bildiren, her tarikatın taçlarını, şekillerini, destârlarını tesbit eden kitaplara denir.
TAÇ GİYDİRİLMEK: Şeyhler tarafından müridlere törenle taç giydirilme töreni. Tasavvuf yolunda ilerleyip, olgunlaşan ve bu şekilde irşâd seviyesine gelenlere, şeyh tarafından taç giydirilir, ellerine de mühürlü bir "icazetname" veya "hilâfetnâme" verilir ki, bu bir tür diplomadır. Hırka da aynı durumda olanlara, törenle giydirilirdi. Meselâ Kâdiriyye tarikatında Şeyh, Fatiha suresini okur, Allah ve Peygamberimiz (s) den vekâlet kastederek, kendi eliyle hırkayı giydirir. Ondan sonra tarikat silsilesini okur ve şunları söyler: "Benim şeyhim Ahmed Efendi, bana mübarek eliyle giydirdi ve ona da şeyhi Hüseyin Efendi giydirdi. Ona da şeyhi Es'ad Efendi giydirdi..." bu isim silsilesini sonuna kadar okuyarak "ben dahi şeyhimin giydirdiği minval üzere sana giydiriyorum" der, veyahut icazetnameyi okur, tören bu şekilde sona ererdi.
TAHAKKUK: Arapça, gerçekleşme demektir. Kâşânî, "Hakk'ı isimlerinin şekilleri olan âlemlerde görmektir. Bu durumda mütehakkık, ne Hak ile halktan, ne de halk ile Hak'tan perdelidir" şeklinde tanımlar. Hafnî de bu terimi şöyle tarif eder: "İnandığı kişi (Allah'ın) huzurunda sürekli durduğunu kalben anlamak". Bu, bir tür ihsan manasınadır. Yine, sûfînin Allah'ın verdiği ilimle, İlâhî hakikate erip, o hakikatle mütahakkık olursa, bu duruma tahakkuk denir. Serrâc, kulun hakikati bulmak ve Hakk'a ermek üzere bütün gücünü sarfetmesine tahakkuk, der. Bu durumdakilere ehl-i tahkîk veya ehl-i tahakkuk adı verilir.
TAHALLÎ: Bir şeyin tatlı ve hoş olması, süslenmek gibi manaları ihtiva eden Arapça bir kelime. Kötü huyları terkedip, güzel huylarla bezenmeye tahallî denir. Söz ve davranışlarda sadıklara benzemeye tahallî denmekle birlikte, sırf dış benzeme yeterli değildir. Zira, Hz. Peygamber (s), imanın temenni ve tahallî ile olmayacağını, kalpte duyulup, amellerin de onu doğrulaması şeklinde ortaya çıkması gerektiğini söyler. Kur'an ahlâkı, bir müslümanın süsüdür. Hz. Peygamber'in bu ahlâkla tam anlamıyla mütehallî olduğunu görüyoruz.
TAHALLÎ: Arapça, terketmek, boşlamak, yalnız başına kalmak gibi mânâları olan bir kelime. Tasavvufta ise, kişinin kendisini Hak'tan alıkoyan şeylerden yüz çevirerek halveti tercih etmesidir, şeklinde açıklanır. Bu mânâda tahallî, uzlet, yani insanlardan ayrılmadır. Nefsinden ayrılıp Allah'a yönelmek de tahallî olarak değerlendirilmiştir.
TAHARET: Arapça temizlik demektir. Şeriatta, belirli azaları, özel şekilde yıkamaya taharet denir. Bir sûfî için, en sevimli şey, taharet ve nezâfettir: Elbiseyi temiz tutmak, misvak kullanmaya devam etmek, yaz-kış her Cum'a günü yıkanmak, güzel koku sürünmek, akar sulardan hoşlanmak, gusle devam, abdest üzerine abdest almak. Kalp temizliği; onu şüpheden, çekememezlikten, şirkten ve töhmetten kurtarmakla olur.
TÂHATTUM: Yüzük takmak, bilmez görünüp susmak, bir şeyi saklamak mânâlarını ihtiva eden Arapça bir kelime. Ariflerin kalbi üzerinde bulunan Hakk'ın alâmeti.
TÂHAYYÜR: Arapça, hayrete düşmeği ifade eder. Matlûbuna ulaştığı sırada arif kişilerin kalplerine inen şey. Bazı sûfîler tahayyürü şöyle tanımlar: Tahayyür; önce vuslat, sonra fakr sonra da şaşkınlığa düşmek şeklinde ortaya çıkar.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.