MEZHEB-MEŞREB: Arapça'da, mezheb, gidilecek yol, meşreb, su içilecek yer demektir. Istılahî olarak, islam dinini İmam-ı Âzam, imam Malik, İmam Süfyan-ı Sevrî gibi bilginlerin anlayışlarına, görüşlerine uyarak yaşamaktır. Bu imamların görüşlerine mezheb denir. Meşreb ise, her insanda farklılık arzeden karakterolojik bazdaki huy, mizaç, zevk ve alışkanlıklardır.
Meşrebi geniş: Hoşgörülü, kalıpları kırmış, şekilden kurtulmuş, herkesle diyalog kurabilen kişiler için, meşrebi geniş deyimi kullanılır. Mezhebden bahsolunur, meşrebden bahsolunmaz. Bir insanın mezheb seçmesi, tenkit etmesi veya takip etmesi gibi şeyler değişkenlik arzedebilir. Bu yüzden ele alınıp incelenebilir, ama meşreb, genellikle doğuştan gelen sabit bir yapıyı gösterir, değişmez, nasılsa öyledir. Bu sebeple, meşrebden bahsolunmaz. İnançsız kişiler için, "mezhebsiz" tâbiri kullanılır.
Yine mihman geldi gönlüm şad oldu, Mihmanlar, siz bize safa geldiniz. Kar, kış yağar iken bahar-yaz oldu. Mihmanlar, siz bize safa geldiniz. Hatayî
MISRİYYE-İ HALVETİYYE: Mısrî (ö. 1105/1693) tarafından kurulmuş olup, Halvetiyye'nin kollarmdandır.
MİHDA': Mahzen, kiler gibi manaları taşıyan Arapça bir kelime. Başındaki mim harfi üç türlü harekelenir. Bu makam, kutublarm vuslata eren efraddan gizlendiği yerdir. Onlar, kutbun tasarruf dairesinin dışında kalırlar. Ancak, kutub da onlardan biridir; bisâtta, onların tahakkuk ettirdiklerini gerçekleştirmiş, ancak, onların arasında, tasarruf ve tedbir için muhayyer bırakılmıştır.
MİHRAB: Arapça. Camilerde kıble tarafı duvarının orta yerinde, içe oyuk kısma mihrab denir ki, imamın namaz kıldırmak üzere durduğu yer, burasıdır. İhtiyarladığı halde, genç ve dinçliğini muhafaza eden kişiler için "cami yıkılsa bile, mihrabı yerinde" denir. Camilerin mihrab kısmı çok sağlam yapılır, kolay yıkılmaz, herhangi bir şekilde harabeye dönüşme durumunda, mihrabı ayakta kalan camiler için, "mihrabı yerinde" tabiri kullanılır. Bektaşîler, yüze veya iki kaş arasına mihrab derler. Erken dönem, sûfî zahidlerin ibadet için çekildikleri uzlet köşelerine mihrab adı verilirdi.
MİFTÂH : Arapça, anahtar demektir. Ezelde mümkinlere ait ayrıların farklılaşmasına, "miftahu sırri'l-kader" denir. Ağacın çekirdekte bulunduğu gibi, tüm eşyanın, zat-ı ehadiyyetten ibaret bulunan gaybların gaybında mahiyetleri üzere münderic olması. Bunlara aslî harfler denir.
MİHMÂNEVİ: Farsça, mihman, misafir demektir. Bektaşîlerde misafirlerin kalması için ayrılan yere mihman evi denir. Han Bağı ile Dede Bağından çıkarılıp kendisine taç giyme töreni yapılacak can (derviş), bir süre burada hizmet ederdi. Tasavvufî anlayışta tekkeye inen herkes, Allah'ın gönderdiği bir konuktur. Misafir, eve bereket demektir. Hz. ibrahim (a)'in misafirsiz yemek yememesi adeti (sünneti), tasavvuf! telakkilerde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Öyle ki, her misafir Hızır gibi sayılmıştır. İbn Batuta, 1340'lı yıllarda Tunus'tan Antalya'ya geldiğinde, onun Âhilerce, tekkelerinde misafir edilmek üzere yarışırcasına birbirleriyle tartışmaya girişmeleri, bu hususu teyid eder mâhiyettedir.
Mİ'RAC-Mİ'RACİYYE: Mi'rac, Arapça merdiven demektir. Peygamber Efendimiz (s)'in Allah ile görüştüğü geceye Mi'rac gecesi ve bu olaya Mi'rac denir. Bu olayı anlatan manzum eserlere de, "Mi'raciyye" adı verilir. "Namaz mü'minin mi'racıdır" hadis-i şerifinde de ifade edildiği üzere, ruhun Allah'a yükselişine Mi'rac denmiştir.
MİR'ÂTÜ'L-HAZRETEYN: Arapça, iki hazretin aynası demektir. İnsan-ı Kâmil, bütün isimlerle beraber zât'ın mazharıdır.
MİR'ÂTÜ'L-KEVN: Arapça, oluş aynası demektir. Tek olan mutlak varlık.
MİSAL ÂLEMİ: Eşyanın suretlerinin ve modellerinin bulunduğu bu âlem, gerçek âlemdir. Buradaki suretlerin gölgesi, maddî ve hissî suretlerdir.
MİSBAH: Arapça, lamba demektir. Tasavvuf terimi olarak, "Ruh" anlamınadır.
MİSKİN: Arapça, zelil, hor, zavallı kimselere miskin denir. Varlık duygusundan sıyrılan, varlığı yokluğa çeviren, kendisinde hiçbir varlık görmeyen kişi demektir. Eskiden, cüzzam hastalığına, miskin hastalığı denirdi. Bu durumda olanlar için, şehir dışında "miskinhane" yapılır ve orada ikamet ettirilirdi ki bu yerlere, "Miskinler Tekkesi" de denirdi.
MİZAN: Arapça, terazi demektir. İnsanın isabetli görüşlere, doğru sözlere, güzel işlere ulaşmasını ve bunları zıtlarından ayırt etmesini sağlayan şeye, mizan denir. Şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerini içine alan adalet, işte budur. Ehadiyyet-i cem ve fark makamları tahakkuk ettirilmeden, bu mertebeye ulaşılmaz. Zahir ehlinin ölçüsü, şeriat iken, bâtın ehlininki kudsiyet nuruyla nurlanmış akıl, havâssınki tarikat ilmi, havassu'l-havassınki de, insan-ı kamil'in gerçekleştirdiği ilâhî adalettir.
MOLLA-YI RÛM: Farsça, Anadolulu bilgin demektir. Mevlevî tasavvuf okulunun kurucusu, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hakkında kullanılan bir tabir.
MUALLİMÜ'L-EVVEL ve MUALLİMÜ'L- MELEK : Arapça, ilk öğretmen, meleklerin öğretmeni demektir. Bu, Hz. Adem (a) demektir. Nitekim Allah, "meleklere, onların isimlerini haber ver" (Bakara/33) buyurur.
MUAMMELİYYE: Muammel b. Abdullahi'l-Bennâ Valhâ'ya dayandırılan bir tasavvuf okulu. Cüneydiyye'nin kollarından biridir.
MUAMMERİYYE : Muammerü'l-Cili'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu.
MUAYENE: Arapça, gözle görmeyi ifade eder. hakk'ın, çeşitli mertebelerindeki tecellîlerini görme.
MUHÂDARA: Arapça, konferans vermek, hakkını elde etmek üzere mücadeleye girip, galip gelmek, padişahın, huzurunda bulunanlarla, diz dize, yan yana oturup konuşması gibi anlamları olan bir kelime. Allah'ın isimlerinden feyz alma hususunda, kalbin, Hakk ile beraber olması. Mütalaanın, hicabın kaldırılmasından önce olduğu kaydedilir. Bir görüşe göre, muhadara başlangıç olup, mükâşefe ve müşahede, onun peşinden gelir. Muhadara, kalbin huzur haline denir. Bu durumda, salikin ulaştığı ilk derecenin muhadara olduğu, bunun peşinden mükâşefenin geldiği, sonunda da müşahedeyi elde ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu, tevatüre varan burhanla birlikte ortaya çıkar. Yani sâlik, Rabbisinden çok sayıda deliller gördüğü zaman, kalp perdesinin ardından bir takım doğuşlara hazır hale gelir, ilâhî ilhamı almaya, kabiliyet kazanır. Bunun ardından mükâşefe gelir ki, burada konu, izaha ihtiyaç duyulmayacak haldedir. Kalp, kendine açılan şeyin Hakk olduğunda, kesin inanç sahibidir. Zira o, delile, burhana, derin düşünmeye ve beyana ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bundan sonra, yüce bir derece olan müşahede gelir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.