İDRÂK:Arapça, kavramak demektir. Tehânevî'ye göre idrâk iki çeşittir: 1. Basît idrak: Hakk'ın vücûdunu (varlığını) idrak etmekle beraber, bu idrakin ve idrak edilen Hakk'ın şuurunda olmamak. 2. Mürekkeb (Bileşik) İdrak: Hakk'ın varlığını idrak etmekle beraber, bu idrakin ve idrâk edilen Hakk'ın şuurunda olmak.
İDRİSİYYE: Hızriyye'nin kollarından biridir. Kurucusu; Seydî Ahmed b. İdris el-Fâsî'dir. 1253 /1837 senesinde Zübeyde'de vefat etmiştir. Bu tasavvuf yolunun temeli; Hz. Muhammed (s)'in ahlâkını gerçekleştirmek, ve "La ilahe illallah Muhammedün Rasûlullâh" zikrine bütün gücü ile, dil ve düşünce ortaklığı şartına bağlı olarak devam etmekten ibarettir. Seydî Ahmed, tasavvuf olgunluğunu, Hüseyn el-Mısrî'nin yanında elde etmiştir.
İGTİŞÂŞİYYE: Kübreviyye'nin Horasan kolu olan bir tasavvuf okulu. Kurucusu, İshak el-Huttalanî (ö. VIII/XV. y.y.)dir. Kübreviyye'nin Horasan koludur.
İHÂNE: Bir şeyi hakir görmek, küçük görmek anlamında Arapça bir kelime. Kâfir ve fâcirlerden zuhur eden harikulade şeylere ihâne denir.
İHBAT: Alçak gönüllü, huşu sahibi olmak manasına Arapça bir kelimedir. Tasavvuf ıstılahında ihbât'a ulaşan kimse, gönül huzurunu elde eden ve sükûnete ermiş, şehvet açısından günaha girmekten uzaklaşmış, istekleri gafletten sıyrılmış, talebi gönül rahatlığında kavuşmuştur. Aksi durumda, irâdeye bir nedenle noksanlık arız olur, bir fitne olarak yol alamaz. Övme ve yermenin eşit olması ve nefsi kınamanın sürmesi, insanların eksikliklerini görmemek, ihbâtın özelliklerindendir.
İHLÂS: Gösterişi bırakmak, taatta, ibadette samimi olmak manalarını ihtiva eden Arapça bir ifade. Kalbi, safasına keder veren şeyden kurtarmak. Tam bir doğrulukla kullukta bulunmak. Amellerinde, Allah'tan başkasından karşılık beklememek. Istılâhât-ı Maşâyıh'ta, İhlasın nasıl gerçekleştiği hususu şöyle anlatılır: "Mutasavvıf olununca anlaşılır ki, bir şeyi, gayri bir şey meşub eder, yani karıştırır, bozar. Pes, karışıklıktan safi ve hâlis olunca, ana hâlis tesmiye olunur. Ve ihlâs; amel için, Allahü Teâlâ'dan gayri şahit taleb etmemeye dahi denilir. Ve denildi ki, ihlâs, abd ile Allahü Tealâ'nın beyninde bir sırdır. Melek ânı bilmez ki anı taciz ede. Sıdk ile ihlâs beyninde fark şudur ki, sıdk; asıl ve evveldir. İhlâs fer'dir. Ve bir farz dahi İhlasın amele duhûlden sonra olmasıdır".
Kaside bir bahane, hem gazel efsanedir ancak Garaz ihlasımı sıdk ile hâk-i paye inhadır. Nef'î
Bu suretle ortaya çıkıyor ki, ihlâs, bir işi sırf Allah için, O'nun rızası için yapmaktır. Bazı sûfiler ihlâsı; hareket, sakinlik, ayakta duruş, oturuş, her türlü işin ve sözlerin sırf Allah için olmasıdır, diye tarif ederler. Muhlis (ihlasa erdiren) Allah, muhlas (ihlâsa erdirilen) ise kuldur. Kişinin, işinde Allah'tan gayriyi görmez hale gelmesi, İhlasın en son noktasıdır.
İHRAM: Haram kılmak, ihrama girmek manasına Arapça bir kelime. Tasavvuf terminolojisinde, mahlukata ait şehveti terketmektir. İhramdan çıkmak ise, mak'ad-ı sıdk katından insanlara inip, onlara hoş görülü davranmaktır.
İHSÂ: Arapça, saymak, ama teker teker saymak demektir, ilâhî isimlerin sayılması, yaratılışa ait şekillerden fani olunca, hazret-i vahidiyyette onları gerçekleştirmekle olur. Beka, Hazret-i ehadiyyette beka iledir. Esma-i İlâhînin sayılması, o isimlerle ahlâklanmakla olur. Bu da sahih bir tâbi oluş ile, verase cennetine girişi gerektirir. Burada "Onlar Firdevs cennetine mirasçı olanlardır. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar", (Mü'minûn/11) âyeti söz konusudur. Esma-i iâhînin sayılması onları yakinen anlayıp, ihtiva ettiği manayı uygulamakla olur. Çünkü bu, ef'al cennetine girmeyi gerektirir. Bu da, mücazât makamında Allah'a sağlıklı bir tevekkül ile mümkündür.
İHSAN: İffetli olmak, korumak anlamında Arapça bir kelime, ihsan; basîret nuru ile, hazret-i rububiyyetli müşahede ederek kulluğu gerçekleştirmektir.
İHSAN: Bir şeyi iyi ve güzel etmek, güzel bilmek, mânâsına Arapça bir kelime. Tasavvufta terim olarak; her ne kadar görmese de, sanki Allah'ı görüyormuş gibi kulluk etmendir, anlamındadır. İhsan bir makamdır. Bu makamda kul, Hakk'ın isim ve sıfatlarının izlerini düşünme durumundadır, ibadet yaparken Allah'ı hemen önünde imiş gibi düşünür ve sürekli O'na bakış halindedir. Bunun en düşük derecesi, Allah'ın kendisine baktığını düşünmektir. Bu, murakabenin ilk derecesidir. Bunun tahakkuku için yedi şeye ihtiyaç vardır: Tevbe, Allah'a yönelme (inâbe), zühd, tevekkül, işleri Allah'a havale etmek (tefviz), rıza ve ihlâs. İhsan sebebiyle şükretmek, sûfiyyenin edeblerindendir. Bu da, onların Allah'a tam tevekkül etmelerinden, tevhidlerindeki saflıktan, Allah'tan başkasına asla bakmamaktan ve nimet vasıtasıyla nimet vereni görmekten kaynaklanan bir husustur, ihsandaki rü'yet yakinen olup, hakikaten değildir.
İHTİBÂR : Arapça, imtihan etmek, denemek manasına bir kelimedir. Allah'ın, sâdık mü'minlerin sıdkını sınamasına ihtibâr denir.
İHTİYAR : Arapçada, seçme manasına gelir. Kulun kendi isteğiyle Allah'ı seçmesi veya Allah'ın kulu seçmesine ihtiyar denir. Kul, bu seçimi, Allah'ın kendisine olan inayeti ile yapar. Böylece, neticede Allah'ın seçmesiyle seçmiş, istemiş olur. Kendi nefsinin isteğiyle değil.
İHVAN: Arapçada, kardeş manasına gelen "ah" kelimesinin çoğuludur. Aynı tasavvuf okuluna mensub olanların birbirleri hakkında kullandıkları bir ifadedir.
Yusuf gibi enva-ı mihan çekmeğe muhtaç. Asan değil ihvâne veliyyü'n-niam olmak.
İHVAN-I BÂ SAFA: Arapça, safalı kardeşler demektir. Bâ; aslen Farsça beraberlik, li, lı gibi sahiplik ifade eden bir takıdır. Bu tâbir Mevlevîlere aittir. Saf yani kalbinde şüphe ve karışıklık bulunmayan kardeşler demektir.
İHYA: Arapça, diriltme ve canlandırma mânâsına bir kelime. Tecellînin nefse doğuşu ve İlâhî nurlarla onu aydınlatışına ihya denir.
İHYA GECESİ : Cuma ve pazartesi gecelerine denir. Gece gündüzden evvel geldiği için, perşembe günü akşamına cum'a gecesi, pazar günü akşamına da pazartesi gecesi denir. Bu islâm âleminde böyle iken, Batı'da perşembe günü akşamına perşembe gecesi, pazar günü akşamına da pazartesi gecesi denir. Mübarek geceleri müslümanlar ibadetle değerlendirirler ve buna ihyâ-i leyi derler, yani geceyi boşa geçirmemek, o gecenin canlı tutulması, değerlendirilmesidir. Bu da Kur'an okumak, namaz kılmak, Allah'ı zikretmek, tevbe etmek, tefekkür ve muhasebe yapmakla olur.
İKÂB: Arapça, cezalandırmak manasında bir kelime. Akl-ı evvel olan kalem, sebebsiz olmak üzere ilk önce bulunmuştur. Zira ilk mevcud, ilk zuhur eden zatî feyz için icabettirici olmaz. Kudsî âlemde ikabdan daha yücesi bulunmaz.
ÎKÂN: Kesin bilgiye ulaşmayı ifade eden bir kelime. Arapça, if'al babında olup yakîn ile aynı kökten türemiştir. Tehanevî Keşşafında "istidlal ve akıl yolu ile elde edilen doğru ve kesin bilgi" diye tarif eder. Yakinî, kesin ve apaçıktır, tatmin edici özelliğe sahiptir.
İKANİYYE: Yeseviyye'nin kollarından biri olan bu tasavvuf okulu, Kemal el-İkânî tarafından kurulmuştur.
İKİLİK : Tevhidi bozan şeye ikilik denir. Şirktir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.