VECH: Arapça, yüz demektir. Rabbin, her varlıkta bir yüzü vardır. Bu vech, varlığın ruhunun sureti üzeredir.
VECHE'L-ITLAK VE'T TAKYÎD: Arapça, kayıtlı ve serbest olmanın iki yüzü anlamında bir isim tamlaması. Bu ikisi, bütün itibarların sükût (düşüş) ü ve ispatı bakımından, zat'ın itibarının iki yönü (yüzü, vechi) nü gösterir. Hakk'ın zatı, vücûdu kendinden olan bir vücûddur. O bu şekilde itibar olunursa, O'na mutlak denir. Herşeyin kendisiyle beraber bir hakikati vardır. Bu, adem-i mahz olan sırf vücûdun gayrisi olsa bile, ayrı da değildir. Kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle mâ'dum (varlık ve yokluk) olan şeye nasıl bitişir. Her şeyin gayrisi, ondan ayrı değildir. Onun dışındakiler, varolmayan ma'dum a'yandır. Şayet ondan ayrılırsa var olmaz. Her şey onunla beraber, onun zatı sebebiyle mevcuttur. O, kendisiyle beraber bir şey olmama tecerrüdü yani kayıdı ile kayıtlanırsa, o zaman kendisiyle birlikte, hiçbir şeyin bulunmadığı "Ehad" olur. Bu sebeple muhakkik (tahkik sahibi)" O, hâla eskiden olduğu gibidir" der. Kendisiyle beraber bir şey vardır, diye kayıd altına alınırsa, bu takdirde O, kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle ma'dum olan kayıtlayıcının aynı olur. Hak onun suretinde tecelli eder ve ona vücûdiyet izafe eder. İzafet kalkarsa o, kendi zatında mâ'dûm olur. Bu mana, tevhid ehlinin "izafetin düşürülmesi" sözüne benzer ve şöyle diyen tasdik edilir: "Vücûd, vacibin hakikatının aynı, her mümkinin hakikatinin gayridir. Zira, o, her mâhiyet ve aynın üzerinde ziyade olan bir şeydir. Siyahın siyahlığı, insanın insanlığı da mevcûd olmayan bir şeydir. O, vücûdun olmayışı bakımından mâdumdur.
VECHE'L-İNAYE: Arapça, yardımın iki yönü anlamında bir isim tamlaması. Bu iki yön, cezbe ve sûlûkdur. Ve bu ikisi hidâyetin iki yüzüdür.
VECHU'L-HAK: Arapça, Hakk'ın yüzü demektir. O, kendisiyle bir şeyin hakkan var olmasıdır. Zira, varlığın Hak Tea-la'dan başka bir hakikati yoktur. Kur'ân-ı Kerim'de "Nereye yönelirseniz, yönelin, Allah'ın vechi (yüzü) oradadır" (Bakara/115) âyetiyle, bu hususa işaret olunur. O da, bütün varlıklarda ikâmet eden (var olan) Hakk'ın ayn'ıdır. Varlıklarda Hakk'ın kayyumiyyetini (yani kâim olduğunu) gören, her şeyde Hakk'ın yüzünü görür.
VEFA: Arapça, bir şeyi yerine getirmek, vefalı olmak vb. gibi anlamları olan bir kelime. Kur'ân-ı Kerim'de "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara/40) âyetiyle ifâdesini bulan bu terim, Allah'a "elest" toplantısında verilen sözü yerine getirmeyi gösterir. Buna, vefa bi'l-ahd de denir. Bu, avam tabakasının, müjdeye rağbeti, tehdidden korkması sonucu yaptığı ibadetle olurken, havassınki, rağbet, korku veya bir bedel beklemeksizin, emre sırf emir olması bakımından verdiği sözde durmak şeklindedir. Havassû'l-havassın vefası, güç ve kuvvetten uzak kalmak suretiyle. Muhibbinki de kalbine Allah'tan gayrisini sokmamak şeklindedir. Kulluk vefasının esaslarından biri de, noksanlığın kendisinden çıkıp kendine döndüğünü görmek, Rabbinden başkasını olgun (kemalli) bulmamaktır.
el-VEFA Bİ-HIFZİ AHDİT-TASARRUF: Arapça, tasarruf sözünü, korumaya uymak anlamında bir ifade. Vefa sana düşen kulluk görevinden, sana tasarruf etmen üzere bağışlanan vakitler konusunda acizliğinden ve âdetlerin kaldırılmasından uzak kalmaman (yani gaflete düşmemen) dir.
VEFAİYYE: Muhammed Vefa b. Muhammed b. Necmüddini'l-Mağribiyyi'l-İskenderî tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu olup, Şaziliyye kollarmdandır.
VEFK: Arapça, muvafakat, uygunluk, başarı vs. gibi anlamları olan bir kelime. Bir kişinin isteğine uygun olarak hazırlanan dua, harf, muska ve hamail için vefk tabiri kullanılır.
Eylemez Hikmet tenezzül yoksa kim erbâb-ı aşk Celb-i teshir-i visalin vefk-i âlâsın bilir. Hersekli Arif Hikmet
VEHM: Arapça, akla gelen şey, geniş yol, zan, tahayyül, korku, şüphe, vs. gibi anlamlan olan bir kelime. Vehm; insanın cismanî kuvveti olup, yeri, beynin orta kısmının arka tarafıdır. "Zeyd'in cömerd oluşu", "Zeydin cesareti" gibi mahsûsâta ait cüz'i manaları idrak etmek, vehmin özelliğidir. Bu güç ile, koyun kurttan kaçar, çocuğa şefkat edilir. Yine bu güç, kendine hizmet eden tüm cismanî güçlere hakimdir. Tıpkı aklın tüm aklî güçleri kullandığı gibi.
el-Vehmiyyü'l Mütehayyel : Vehmin kullanılmasıyla mütehay-yilenin ortaya çıkardığı surete denir. Vehm, akıl ile fehm arasında bulunur, ikisinin arasında yer alır. Vehm, fehmin bekçisidir, denir. Cilî'ye göre vehm; âlemi, mâsivayı ifade eder.
VEKİL: Arapça, temsilci demektir. Alevîlikte, Osmanlıların son döneminde, çelebilerle dede baba (Hacı Bektaş'taki) arasında bir kırgınlık olmuş, bu nedenle Cemaleddin Çelebi alevîlerin bulunduğu köylere vekiller göndererek, kendisinden icazet (izin) almayan dedelerin, talipleri (dervişleri) göremeyeceğini, ve bunun batıl olduğunu öne sürmüştü. Bu vekillere uyanlara, uymayanlar "dönük" derken, uyanlar uymayanlara "purut" adını takmışlardır.
VELÂDET: Arapça, doğum demektir. Müridin, şeyhin manevî cüz'ü gibi olması bakımından, müridle şeyh arasındaki uyuşuma denir. Bu tabii doğumdaki çocuğun durumuna benzer. Ancak bu doğum manevîdir. Hz. isa (a) şöyle der: "iki kere doğmayan, semânın melekûtuna eremez!" İlk doğuşda mülk alemiyle irtibata geçilirken, ikinci doğuşda melekût alemiyle temas kurulur. Mürid maddî babasının bel evladı, manevî babasının da yol evladıdır.
VELAYET: Arapça, birine yaklaşma, yakınlık, akrabalık (vavın esreli şekliyle) imaret, sultanlık, hüküm, valilik, vb. anlamları ihtiva eden bir kelime. Nefsinden fani olduğunda, kulun Hak ile hareket etmesi, Kur'ân-ı Kerim'deki "Allah mü'minlerin velisidir" (AIİ-imran/68) âyetine göre, tüm inananlar Allah'ın dostudur. Allah'ın, kulunu dost edinmesi, onun üzerinde isimleriyle tecelli etmesidir. Yine bu tecelli, hal, ilim, zevk vs. gibi şekillerde olabilir. Velayetin zirvesi, kulun halkın, zamanî durumlarına göre işlerini idare etmek üzere, Hakk'dan halka irca olunmasıdır. Hz. Peygamber'den (s) önce, halkı Hakk'a çağıran kişilere Resul denirken, O'ndan sonra bu görevi yapanlara, Hz. Resulullah (s)'in halifesi adı verilmiştir. Ancak bunların daveti, kendi nefsine dayanarak değil, Hz. Muhammed (s)'e uyarak olur. Dört türlü velayet vardır: 1. Velâyet-i uzma: Son peygamber (s)'in velayeti, 2. Velâyet-i kübrâ: Diğer peygamberlerin velayeti veya ceberûtî velayet, 3- Velâyet-i vüstâ: Melekütî velayet, evliyanın velayeti 4- Velâyet-i suğra: Müminlerin velayeti.
VELÂYETNAME: Arapça-Farsça, velilik ki-tabı anlamındadır. Ağızdan ağıza anlatılan bir velinin kerametleri, men-kabe ve nasihatlarını içeren kitaplara "Velâyetnâme" veya "Vilâyetnâme" denir. Bunlara örnek olarak, "Vilayetname-i Ot-man Baba" "Vilayetname-i Seyyid Ali Sultan", "Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli" gibi eserler verilebilir.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.