İSLAM ADINA HERŞEY BU MEDRESEDE
Skmedia | Online Müzik ve Aşk Portalınız!

 
İSLAM ve TASAVVUF, İLİM veİRFAN, BİLİM ve TEKNOLOJİ ,SPOR ve HOBİ BURADA
 
  Ana sayfa
  İletişim
  ESMA-ÜL HÜSNA
  KUR'AN-I KERİM ARAPÇA
  Galeri
  ALLAH DOSTLARI
  İSLAM VE SANAT
  => HÜSN-Ü HAT
  => TEZHİB
  => MİMARİ-1-
  => MİMARİ-2-
  => MİMARİ-3-
  => OSMANLI TABLOLARI
  MÜNACAT
  E-DEVLET
  OYUNLAR
  CEMAATLERE YAPTIĞIM SOHBETLER
  ÇARŞAMBA SOHBETLERİM
  Sayaç
  VİDEOLAR
  TASAVVUF HAKKINDA HERŞEY
  TASAVVUFÎ TERİMLER (A) ..:: 1 ::..
  İSLAM TARİHİ
  KUR'AN ÖĞRETİMİ
  Top liste
  İMAN ESASLARI
  Canlı Yayında Tüm Dersler
  GUNYET'ÜT TALİBİN-Abdulkadir Geylani
  BURÇLAR
  DİNİ FIKRALAR
  Abdulkadir Geylani - FETHÜ'R RABBANİ
  HAREKETLİ GİFLER VE RESİMLER
  SAHABELER ALBÜMÜ
  HAYVANLAR ALEMİ
  TEKNOLOJİYİ TAKİB EDELİM
  Ziyaretçi defteri
  FORUM eminekaya2010
  SEÇİLEN EN GÜZEL RESİMLER
  SPOR
  İSLAMİ KONULAR
  RUHUL FURKAN
  İSLAM DÜNYASI'NDAN HABERLER
  MÜBAREK GÜN VE GECELER
  KUR'AN-I ANLAMAK
  PEYGAMBERİMİZ (SAV) HAYATI
  SORULAR VE CEVAPLARI
  RAMAZAN AYI
  İLAHİ ARMAĞAN-ABDULKADİR GEYLANİ HZ. 1.meclis
  SURELERİN İSİM ANLAMLARI VE FAZİLETLERİ
  ÖLÜM HAKKINDA
  KIRK AYET KIRK HADİS
  İSLAM ALİMLERİ
ZİYARETİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER web siteleri
widget
Toplam 80820 ziyaretçikişi burdaydı!
MİMARİ-3-
http://www.muslimheritage.com/uploads/scientific_life_Seljuks_figure_1.jpg

 BÜYÜK SELÇUKLULAR (1000ler-1157)


Selçuklular, Oğuz Türklerinin Kınık boyundandırlar. Anavatanları Sir-i Derya (Seyhun nehri) bölgesidir. Büyük Selçuklu Devleti’nin atası Selçuk Beg, devleti pekiştiren ise oğlu Tuğrul Beg’dir (1037-1063). Tuğrul Beg, ordusu ile Horasan’dan İran’a yönelerek Bağdat’a kadar indi. Kardeşi Çagrı Beg’in oğlu Alpaslan (1063-1072), Malazgirt ovasında Bizans’la yaptığı meydan savaşı ile (1071) Türklere Anadolu’nun kapısını açmış oldu. Türk töresine göre memleket, ölen sultanın oğulları arasında taksim edilirdi. Melikşah (1072-1092) döneminde, Kirman, Irak, Suriye ve Anadolu Selçuk devletleri Büyük Selçuklu’dan ayrıldı. Bu devletlerin içinden Anadolu Selçukluları büyük gelişme gösterdi. Buna karşın Büyük Selçuklu devleti, 10. sultan Sencer (1131-1157)’e kadar devam etti. (Merv kentindeki Sultan Sencer’in türbesinden evvelce bahsetmiştim.)

Amacım tarih anlatmak değil, ama bu kadarını da bilmek lâzım. Büyük Selçukluların mimarlık eserlerine Abbasi Halifeleri bahsinde değinmiştim. Onun için, Türklerin Abbasi saraylarındaki büyük etkisini, kurdukları Samerra kentindeki mimarlık şaheserlerini ve de Mısır’a hâkim olan ailelerin mimarlık başarılarını burada tekrarlamıyorum.
ANADOLU SELÇUKLULARI (1060-1308)

http://www.sivas.bel.tr/images/photoalbum/g%C3%B6kmedrese.jpg


Selçukluların Anadolu’daki mimarlık eserlerini anlatmadan evvel Anadolu’nun Selçuk öncesi durumuna bakmakta yarar vardır. Anadolu bir uygarlıklar beşiğidir. Cilâlı taş döneminden Hacılar, Göbekli Tepe, Çatalhöyük buluntuları vardır. Antik dönemde, Troya, Hitit, Frig, Sümer, Lidya, Likya, Karya, İon, Roma ve daha birçok uygarlıkları yaşamıştır. Hıristiyanlık, bu topraklarda gelişmiş, güney-doğuda Antakya, Urfa, kuzeyde Trabzon, batıda Efes, İznik, Konstantinopolis önemli dini merkezler olmuştur. XI. Yüzyıl Anadolu’suna Doğu Roma İmparatorluğu hâkimdi. 1054’ten sonra kilise, batıdan, Papalıktan ayrılmış, kendi Ortodoks kilisesini kurmuştu. Bizans yönetimindeki Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde çeşitli halklar yaşıyordu. Anadolu’nun batı bölgesinin hâkim unsuru Grek halkı idi. Karadeniz bölgesinde Pontus Grekleri, doğuda Ermeniler, Gürcüler, dağlık bölgelerde Kürtler, güneyde Asuriler/ Süryaniler ve Araplar yaşardı. Bir de tarih boyunca yaşanan Pers ve Moğol istilâlarından kalan halklar vardı.

Antik Yunan uygarlığının mirasçısı Roma, sonra Bizans, dönemin en önemli mimarlık eserlerini yaratmıştı. Antik Yunandaki ileri geometri bilgisine karşın bilinmeyen kemer ve kubbe elemanı, Roma mimarlığının ana öğesi oldu. Nitekim Konstantinopolis’te 537 yılında açılan Ayasofya’nın mimarlık üslûbu başat üslûp olacak, kubbe çapına bin yıl sonra bile erişilemeyecektir. Keza doğal renkli taşlarla işlenen mozaik sanatı da bir Bizans özelliği olarak kalacaktır. Geç Roma mimarlığı ve erken Hıristiyan mimarlığı, Bizans mimarlık üslûbunun yaratıcısı olmuştur. Doğu Anadolu’da, 300’lü yıllarda Hıristiyanlığı kabul eden Ermeniler, X. Yüzyıldaki krallıkları döneminde, başkentleri Ani’de, Van Gölü içindeki Ahtamar adasında ve Anadolu’nun önemli kentlerinde inşa ettikleri katedral, manastır ve kiliselerde konik kubbeleri ile dikkati çeken bir mimarlık üslûbu kullandılar. Bu kiliselere XI. Yüzyıldan sonra çan kuleleri ilave edildi.

Anadolu’ya giren Selçuklular kendilerine yabancı bir sosyal yapı ve mimarlık üslûbu ile karşılaştılar. Erken Selçuklu mimarlığı Orta Asya gelenekleri ile birleştirilmiş İran mimarlık üslûbuna dayanıyordu. Gerçi bazı Türkmen boyları Malazgirt savaşından evvel de Anadolu’ya gelmişlerdi. Abbasi Halifeleri Güneydoğu Anadolu’ya Bizans’a tampon olarak Oğuz boylarını yerleştirmişlerdi. (IX. ve XI. yüzyıl Ermeni-Gürcü-Süryani vakanüvislerinden biliniyor.) Yine 1010’dan sonra Aras-Çoruh nehir boyları ile Ahlat’a ve Van’a, 1040’larda Pasinler, İspir, Muş, Gümüşhane, Sivas, Afşin bölgelerine Oğuzlar ve Yabgu Oğuzları yerleşmişler, yöre kültürü ile tanışmışlardı. 1071 Malazgirt savaşı, Türkmen boylarına daha geniş olanaklar açtı. Orta Asya’daki Moğol baskısı da göçleri hızlandırdı. Yerli halkla göçmen boylar arasında talanlar ve çıkar çatışmaları, düşmanlıklar ve dostluklar, kanlı savaşlar ve barışlar birbirini takip ediyor, zaman içinde Türk boyları çoğunluğu elde ediyordu. Doğaldır ki savaşlarda halkın tümü kılıçtan geçirilmiyor, yerli halk hizmet sektöründe ve üretimde kullanılıyor, işbirlikçiler üst makamlara yükselebiliyor, kızlardan yeni ve melez bir nesil yetişiyordu. Selçuklu yönetimi ile İslâm dini ve Türk kültürü ülkede başat unsur oluyor, ticaret gelişiyor, halklar Anadolu potası içinde eriyor, ama Hıristiyanların din ve kimliklerine saygı duyuluyordu. Bu arada Bizans ve Haçlı orduları, Anadolu’nun eski düzenini ve Hıristiyanlığını korumak ve kurtarmak adına Selçuklu’ya karşı seferler düzenliyor, yer yer mağlup, yer yer başarılı oluyorlardı. Ancak Sultan II. Kılıçaslan (1156-1192) döneminde 1176’da, Miryakefalon’daki (Afyonkarahisar – Dinar arasında) savaş sonunda Bizans ordusunun bozguna uğraması ile Selçuklu Türk Devletinin Anadolu hâkimiyeti tescil edilmiş oluyordu. Artık, ‘’Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanmış bu memleket bizim’’di.

Selçuklu, yeni ülkede Bizans’la sıkı ilişkiler kurdu. Sosyal ilişkiler, Selçuklu’nun düşünce sisteminde değişiklikler yaptığı gibi, sanat ve mimarlık alanında da gelenekleri terk etmeden değişik karakter ve yeni üslûbun yaratılmasına vesile oldu. XI. ve XIV. Yüzyıllar arasında kuzeyde Karadeniz’den güneyde Akdeniz’e kadar hüküm süren devletin başkenti Konya idi. En değerli Selçuk mimarlık eserleri bu alan arasındaki Anadolu kentlerinde oluştu. Kentlerdeki zengin Bizans ve Ermeni eserleri etkilerine karşın, yeni Selçuk mimarlığı daima köklerine bağlı kalmış, bu gün de takdirle andığımız büyük bir mimarlık üslûbu yaratmıştır. Şaşmaz bir kuraldır ki, büyük devletlerin sanatı ve mimarlığı da büyük oluyor.

Selçuk mimarlığında sadece camilere, dini tesislere değil, eğitim ve sağlık tesislerine de çok önem verilmiş, konaklama ve yaşam tesisleri de büyük yapılarla yer almıştır.

Yazımın başlarında Türk mimarlığını Arap mimarlığından farklı kılan unsurun, anıtlarda sadece din tesisleri ile sınırlı kalınmayıp, sosyal tesislere de önem verilmesi olduğunu belirtmiştim. Selçuk eserlerini sıralarken cami ve kümbetler yanında medreselere, kervansaraylara, kalelere de yer vereceğim.
ANADOLU BEYLİKLERİ MİMARLIĞI

XIII. Yüzyıl sonunda Anadolu Selçuklu devleti zayıf düştü. Daha 1230 yılında Harezmşahlara yenilmiş, 1233’te Moğol egemenliği yaşanmıştı. Yüzyılın ortasında Erzurum-Kösedağ savaşı da yine Moğollara yenilgi ile sonuçlanmıştı. Gittikçe yıpranan devlet, İlhanlıların baskısı ile ‘uc beyleri’ ve diğer ‘bölge beyleri’ üzerindeki hükümranlıklarını kaybetti. Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki bu Türk beyleri, ilk zamanlarında İlhanlılara vergi vermek şartı ile Selçuklu’dan ayrı bağımsız beylikler haline geldiler. Son Selçuklu Sultanı Mes’ud, 1308’de ölünce Selçuklu’nun sonu gelmiş oldu. 1335’ten sonra İlhanlı baskısı sona erdi ve beylikler tam bağımsız oldular. Sayıları 20’yi bulan bu beylikler, azala azala XVI. Yüzyılın başına kadar varlıklarını sürdürdüler. Bu beyliklerin en küçüklerinden biri olan, ancak Bizans’a yakınlığı ile önem kazanan Osmanlı Beyliği, büyük bir hızla gelişecek, Bizans ve diğer beylikler üzerinde hâkimiyet kuracak, uzun ömürlü ve büyük bir imparatorluk olacaktır.

Selçuklu mimarlığı ile Beylikler dönemi mimarlığını, ilk dönemlerinde birbirlerinden ayırabilmek güçtür. İlk dönemler, Selçuklu mimarlık üslûbunun devamı mahiyetindedir. Ancak özellikle Batı Anadolu beyliklerinin Bizans’la sıkı temasları sonucunda mimarlık ve yapı sanatı alanında büyük çapta değişim yaşanmaya başlamıştır. Örneğin, Saruhan (1300-1410), Aydın (1300-1403), Menteşe (1300-1428), Germiyan (1300-1410) ve de Osmanlı (1299) beyliklerinde, mimarlık üslûbundaki değişiklik açıkça ortaya çıktı.

Bu yeni mimarlık üslûbunda her şeyden evvel ‘mekân’ anlayışı değişti. İç ve dış mekânın birbirine uyumu ile camilerde revaklı şadırvan avlularının ana kitleye katılımı; cami girişlerinde ‘son cemaat yeri’ revaklarının yer alması, İran üslûbunun terki ile taç kapıların sadeleştirilmesi değişimlerini sayabiliriz. Yapı tekniğinde masif taş işçiliğinde gelişim yaşandı. Kesme taşların örülmesinde, demir kenet ve zıvanaların kurşunla taşa tespit tekniği, minarelerde esneklik modülünü arttırdı; deprem ve fırtınalara mukavemet sağlandı. Bizans üslûp ve tekniği ile daha fazla ve daha büyük kubbeler inşa edilebildi. Bu geçiş dönemi mimarlığı, ileride Osmanlı İmparatorluğu klâsik mimarlık üslûbuna zemin hazırladı.

Orta Anadolu’da bulunan Karaman Beyliği (1256-1483), batı ile etkileşim kurmadığı için Selçuklu mimarlık üslûbunu devam ettirdi. Keza XVI. Yüzyıl başına kadar yaşayan güney-doğulu Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları, Artukoğulları gibi beylikler de eski mimarlık üslûplarını, inşa ettikleri cami ve medreselerde devam ettirdiler.
OSMANLI  İMPARATORLUĞU

 

Selçuklu mimarlığının Orta Asya – Horasan mimarlığı ile İran mimarlığının bir sentezi olduğunu, Anadolu’ya geçişten sonra İran ağırlıklı üslûbun devam etmesi yanında erken Bizans ve Ermeni mimarlıklarından yeni bir Türk sentezi yaratıldığını ifade etmeye çalışmıştım. Osmanlı mimarlığı ise, Türk kültürünün Bizans etkili yeni bir sentezi olarak karşımıza çıkıyor. İslâm mimarlık sanatının ‘yüz akı’ olan Osmanlı – Türk mimarlığı, sadece bizlere değil, dünya kültürüne İslâm’ın en büyük ve en önemli eserlerini kazandıran bir mimarlık mirası bırakmıştır.

Osmanlı mimarlığını tarihçilerden farklı olarak, ama yine de tarihi gelişimler paralelinde oluşan mimarlık sanatı açısından dönemlere ayırarak incelemekte yarar vardır:

1/ Erken Osmanlı mimarlığı dönemi (1300-1453). Anadolu beylikleri dönemi mimarlığının devamında Bizans eserleri ile direk temas. Avrupa kıtasına geçişten sonra olgunlaşmaya başlayan Türk – Bizans sentezi.

2/ Klâsik Osmanlı mimarlığı dönemi (1453-1720). İstanbul’un fethi ile başlayan Türk kültür ve mimarlık sanatının doruğa ulaştığı dönem.

3/ Batı etkili Osmanlı mimarlığı dönemi (1720-1890). Batı mimarlık üslûplarının, klâsik Türk mimarlığına uyarlanışı. Tanzimat’tan sonra, Avrupa mimarlık üslûplarının taklit edilmesi.

4/ Ulusal Osmanlı mimarlığı dönemi (1890-1930). Klâsik Osmanlı – Türk mimarlığına dönüş ve yeni bir yorum.
20.YÜZYILDA İSLAM MİMARLIĞI

Müslüman-Arap ülkelerine öncülük etmiş, onları XIX. Yüzyıl sonlarına kadar sırtında taşımış, yönetmiş ve kültür vermiş Osmanlı İmparatorluğu’na ait Kuzey Afrika ülkeleri, batı emperyalizminin Sykes-Picot anlaşması (1916) ile işgal edilmiş, Fas, Cezayir, Tunus Fransız, Libya İtalyan sömürgesi olmuştu. Mısır, zaten 1882’den beri Süveyş Kanalı’nı kontrol eden İngiliz işgali altında idi. Ortadoğu Arap ülkeleri yine emperyalizmin teşviki ile Osmanlı’ya baş kaldırdılar. I. Dünya Savaşı sonunda (1918) İngiliz ve Fransızlar Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nı paylaştılar. Çizdikleri yapay sınırlar içinde kurdukları yapay devletlerin başına kukla emir ve krallar koydular. Fransa, Suriye ve Lübnan’a; İngiltere, Ürdün, Filistin, Irak ve Arap Yarımadası’na hâkim oldular. Filistin’e Yahudi göçünü Balfour anlaşması (1917) ile teşvik ederek kurulacak İsrail devletine zemin hazırladılar. Yunanistan’ı Osmanlı’nın elinde kalan son toprağa, Anadolu’ya saldırttılarsa da Türkler, Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonlandırdılar, vatanı kurtardılar (1922). Türkiye Cumhuriyeti, İslâm âleminin sömürge, manda olmayan, hür ve bağımsız tek devleti oldu.

Batının Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nı sömürgeleştirmek ve elinde tutmak istemesi, bölgenin zengin petrol rezervlerine sahip olma nedenine dayanıyordu. Bu nedenle böl ve yönet politikası ile İslâm’ın Şii ve Sünni mezhepleri arasındaki ezeli ayrılıkları körüklediler. Böyle bir ortamda elbette ki İslâm mimarlığından söz etmek olası değildir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen ve 1945’te Mısır’ın öncülüğünde kurulan Arap Birliği çalışmalarında, ‘Arap Medeniyetini İnceleme Enstitüsü’ gibi kuruluşlardan da müspet bir sonuç alınamadı. Keza, açılan mimarlık okulları da hiçbir zaman dünya eğitim ve araştırma düzeyine erişemedi. (Örneğin, geçtiğimiz yıllarda açılan, piramitlerin yanına inşa edilecek Mısır Müzesi mimarlık yarışmasında ödül alan veya değerlendirmeye girebilen hiçbir Mısırlı veya Müslüman mimar yoktur; kazananların tümü batılı mimarlardır. Yeni Arap kentlerini de yabancı mimarlar gerçekleştirmektedir.)

Avrupa’nın Paris, Roma, Stutgart gibi önemli kentlerinde artış gösteren Müslüman nüfusun dini ihtiyacını karşılamak üzere birçok cami yapılmıştır. Bu camilerden anıtsal değeri olanlar Müslüman olmayan mimarlar tarafından tasarlanmış camilerdir. Son olarak Strasbourg’da yapılması planlanan cami için bir yarışma açıldı. Yarışmacılardan ibadet hacmi dışında sergi, konser salonları, kütüphane ve restoran-çayhane gibi sosyal tesislere de yer vermeleri istendi. İtalyan mimar Porthogesi’nin kemerli revakları ve kubbesi ile oryantal çağrışım yapan projesi birinci seçildi. Yarışmaya Bağdat doğumlu, Müslüman asıllı meşhur İngiliz mimarı Zaha Hadid de girmişti. Hadid, kıble yönündeki cam yüzeyi doğaya açarak Allah’la kul arasına hiçbir eleman sokmuyor, tavanda ışık alan dalga formlu dilimlerle namazda saf tutmayı ifade ediyordu. Bu gibi öğeleri ancak Hadid gibi Müslüman ve büyük bir mimar hissedebilirdi. Ama Müslüman seçici kurul, yine sahte oryantali tercih etti. İslâm âlemi bir kere daha çağdaşlık fırsatını kaçırdı.

Batı emperyalizminin işbirlikçi emir ve krallarla beraberce sömürdüğü petrol üreten Arap ülkelerinde, Dünya petrol tüketiminin alabildiğince artışı ve varil fiyatlarının devamlı yükselişe geçmesi ile kral ve emirlerin elinde hatırı sayılır oranda dolar birikimi oldu. Ancak bu petro-dolarlar halkın yararına kullanılmıyor, kral ve emirlerin ailelerini ve yakınlarını zengin ediyordu. Bu petro-dolarları tekrar batı ekonomisine iade etmenin çıkar yolu, bu ülkelerde gerekli veya gereksiz mimarlık projelerine yapılan yatırımlar oldu. Denizin ortasında palmiye şekilli, Dünya haritası şekilli büyük yapay adalar meydana getirmek, bu adalar üzerine mutlu azınlığa hizmet edecek bine yakın lüks villâ, lüks otel, alışveriş merkezleri inşa etmek gibi, hiçbir batılı devletin kendi ülkelerinde yapmayacakları garabetler, cin fikirli batılı şirketlerce ve batılı mimarlarca gerçekleştirildi. Keza, arazinin bol olduğu ve hiç de gerekmediği halde, prestij uğruna yapılan gökdelen otel ve konutlar, Dünyanın en uzunu olması arzulanan iş kuleleri inşa edildi ve ediliyor. Bu arada üretime dönük olmayan, hazır yiyici ve batının lüks mallarını tüketici Arap kentleri gelişti ve gelişiyor.

Riyad, Kuveyt, Abu Dabi, özellikle Dubai gibi yeni oluşan kentlerde, her geçen gün yenileri yükselen otel, konut gökdelenlerini, alışveriş merkezlerini burada tek tek anlatmayı anlamsız buluyorum. Meraklılar, batılı mimarların eseri olan bu yerine yabancı ve kitch (görgüsüz) yapıların fotoğraflarını internette ve magazin basınında bulabilirler.

Bunun dışında İslâm’ın kutsal kenti Mekke, İslâm kültür ve uygarlığına saygısızlığın meşheri haline geldi. Kutsal Kâbe’nin çevresini alabildiğine saran gökdelen oteller, konutlar ve alışveriş merkezleri, geçmişe, İslâm’a saygısızlığı, görgüsüzlüğü ve de antik kent dokusuna tecavüzü, mimarlık ve sanat cahilliğini arş-ı âlâya kadar çıkardı. Son günlerde öğrendiğimize göre, Kâbe dışındaki mevcut yapıların tümünü yıkıp yeni ve modern bir kent kurmak üzere mimar Zaha Hadid’i görevlendirmişler. Böylece Kâbe çevresini saran Osmanlı eserlerinden de kurtulmuş olacaklar ve Hac ticaretini daha verimli hale getirecekler. Suudi iktidarı, İslâm’ın Vehhabî mezhebi gereği olarak, mezar üzerine taş dikmediği ve de türbe yapmadığı gibi tarihi ve dini değerleri de ortadan kaldırmaktadır. Osmanlı’yı silmek amacı ile antik bina ve kaleleri yıktığı gibi Sultan Abdülhamit’in ihya ettiği ve dekore ettiği sahabe türbelerini de yıktırmış, yine Osmanlı’nın ihya ettiği Hz. Hatice türbesini de yok edip üzerine turistik otel yapmış, ancak İslâm Dünyasının baskısı ile Hz. Peygamberin türbesine, Ravza-i Mutahhara’ya dokunamamışlardır.

AĞA HAN ÖDÜLLERİ

Muhammed Şah Ağa Han, İslâm’ın İsmailiye mezhebine mensup olup Hindistan müslümanlarının lideri idi. Sağlığında, Müslüman fakir halkın, her yıl yemeyip-içmeyip getirdiği ağırlığınca altınla tartılması ve zengin bir hayat sürmesi ile meşhurdu. Sömürge döneminin İngiliz muhibbi (dostu, taraftarı) olup ‘Sör’ ve ‘Şövalye’ unvanlarına sahipti. Torunu Kerim Ağa Han, Fatımiler tarafından kurulmuş Kahire El Ezher Medresesi’nin İsmailiye mezhebi paralelinde eğitim vermesine karşın buraya itibar etmemiş, batının en prestijli irfan merkezi Harvard Üniversitesi’nde İslâm Tarihi okumuş, yaşam biçimi olarak batı kültürünü benimsemiştir. Kerim Ağa Han’ın kurucusu olduğu ‘Ağa Han Kültür Vakfı’, İslâm dünyasına sağlık, eğitim, bankacılık, sanayi ve turizm alanında hizmet ve destek vermeyi amaçlar. Bu arada İslâm dünyasının mimarlık alanında gelişmesini teşvik amacı ile İslâm Mimarlığı, Tarihsel Kentleri Koruma, Toplumsal Eğitim ve İletişim, İslâm Mimarlık Eğitimi Programları ile faaliyet göstermekte, seçilen başarılı mimarlık projelerine ödüller dağıtmaktadır.

Ağa Han Mimarlık Ödülleri, uzun yıllardır uykuya yatmış İslâm mimarlığını ihya etme amacını üstlenmiş, başarılı projeleri teşvik etmiş ve Dünyaya tanıtmış oluyor. Mimarlar, plancılar, sosyolog ve düşünürlerden oluşan 9 kişilik jüri, 3 yılda bir, Müslüman dünyasında yapılan belirli kriterlerdeki en iyi projeleri seçmekteler. Vakfın kuruluşundan beri ödüle en çok hak kazanmış ülke Türkiye’dir. Türkiye’yi Hindistan ve Suudi Arabistan izlemektedir. Ankara Türk Tarih Kurumu (Mimar Turgut Cansever), Ankara TBMM Camii (Mimar Behruz Çinici), Bodrum Demir Tatil Sitesi (Mimar Turgut Cansever), Kuveyt Su Kuleleri, Mekke İnter Continental Oteli, Bosna-Hersek Şerafettin Ak Camii, Cidde Hac Terminali, Tunus-Sus Endülüs Evleri, Malezya-Tanjang Jara Plaj Oteli, Paris Arap Dünyası Enstitüsü, Dhakka Parlamento Binası, Hindistan-Ahmedabad Hint Girişimciliği Geliştirme Merkezi, Lahor Alhamra Sanat Konseyi ve daha birçok özgün yapı, mimarlık değerleri ile ödül almıştır. Geleneksel mimarlığın korunması ve yaşatılması ödülü olarak Muğla Nail Çakırhan Evi, Mali-Niono Büyük Camii, Mısır-Giza Sanat Merkezi, Ürdün SOS Çocuklar Köyü ve başkaları seçilmiştir. Ödül alan mimarlar, sadece Müslüman mimarlar değildir. Seçimlerde gözetilen husus, projenin İslâm camiasına olan katkısıdır.

GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DİNİ MİMARLIK

Üzülerek söylüyorum ki günümüz Türkiye’sindeki cami yapıları, zengin mimarlık mirasımızın özümsenmesi ile oluşacak çağdaş mimarlık anlayışından çok uzaklardadır. Yapılan camiler, ya Osmanlı klâsik mimarlığının veya batı etkili Osmanlı mimarlığının kötü ve acemice kopyaları olan yoz projelerdir. Bunun nedenini Türk-İslâm kültürünün çağa oturtulamamış olmasında ve de bu eksik kültür yansımasının, mimarlık yapıları ile dışa vurmasında aramak lâzımdır. Esasen, Türk-İslâm kültürünü özümsemiş çağdaş projeler halkımız tarafından benimsenmemektedir. Örneğin Ankara Türkiye Büyük Millet Meclisi Camii (Mimar Behruz Çinici), İslâm’ı çağdaş çizgilerle en iyi yorumlayan bir proje olmasına karşın, kamuoyu ve özellikle TBMM üyeleri tarafından yadırganmaktadır.

Buna karşın Ankara Kocatepe Camii (Mimar Hüsrev Tayla ve Fatin Uluengin), Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara dokusu içinde, Osmanlı’yı çağrıştırarak çevreye yabancı kalmakla beraber, halkımızın beğenisini kazanan bir cami olabilmektedir. Çünkü halkımızdaki cami imajı, kubbesi, kemerleri ve minaresi ile belirlenen Osmanlı klâsik camisidir. Kocatepe Camii, Osmanlı klâsik mimarlığını hazmetmiş, bilgili ve değerli iki mimarın eseridir. Onun için de yapılan klâsik Osmanlı camileri içinde en eli-yüzü düzgün olanıdır. İtirazım, caminin çağdaş başkent dokusuna uyumsuz olmasınadır. Şunu da unutmamak gerek: Sinan’ın elinde açıklıkları geçmek için ‘kemer’, geniş alanları örtmek için ‘kubbe’ ve bunları taşıyacak ‘fil ayakları’ teknolojisi vardı. Sinan, kompozisyonlarını bu elemanlar ve varyasyonları ile yaratıyordu. Acaba elinde bu günün betonarme ve çelik inşaat teknolojisi ve de makine parkı olsa idi, yapılarında büyük konsollar ve değişik mekânlar mı yaratırdı, yoksa hep aynı formda kubbeler ve kemerler inşa etmekte mi ısrar ederdi dersiniz?

Ankara, Kocatepe arazisi üzerinde cami yapılması kararlaştırıldığı zaman, bir mimarlık yarışması açılmış, Mimar Vedat Dalokay’ın modern anlayışlı projesi birinciliği kazanmıştı. Bu projeye göre başlayan inşaat, cami yaptırma derneğinin yeni seçilen üyelerince, daha doğrusu Demokrat Parti hükümetince benimsenmemiş, temeller dinamitlenerek bu günkü proje uygulanmıştır. Vedat Dalokay, Pakistan-İslâmabad’da yapılacak cami için açılan yarışmaya, Ankara’daki cami projesine benzer proje ile iştiraki sonunda birincilik ödülüne lâyık görülmüş ve cami inşa edilmiştir. İslâmabad Camii, kare planlı, betonarme kabuk kubbesi ve dört köşesindeki minareleri ile modern mimarlık alanında Dünyaca takdir edilen bir cami olmuş, Ankara böylesine modern ve güzel bir camiden mahrum kalmıştır.

Yılmaz Ergüvenç ALLAH RAZI OLSUN ÇOK GÜZEL ÇALIŞMALAR...EMEĞİNİZE SAĞLIK..



 
 
 
eminekaya2010.tr.gg
Sitene Ekle
 
HADİSİ ŞERİFLER(SEÇTİKLERİM)  
 
3-BİR KİMSENİN "İNSANLAR HELAK OLDU!" DEDİĞİNİ DUYARSANIZ,BİLİN Kİ O,KENDİSİ,HERKESTEN ÇOK HELAK OLANDIR. (Müslim, Birr 139)

İslam adına herşeye bu linki tıklayarak ulaşabilirsiniz...

KUR`AN TEFSİRİ İZLE

 

Sitene Ekle
Hazir ŞİFALI BİTKİLER
-
 
AYETLER (SEÇTİKLERİM)  
 
www.dostyurdu.com

 

1-MERYEM SURESİ 96.AYET İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere) 2-KEHF SURESİ 6.AYET (EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !

 
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR  
 
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
www.konyakent.net

 
İBADETE DEVAM..  
 
www.dostyurdu.com
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ: RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol