Ebubekir-i Baba bir "Rufai üstadı" olduğu için, o dönemlerde bir takım burhanlar maneviyat tarafından kendisine verilmişti. Şiş burhanı, kılıç burhanı, ateş burhanı, en kuvvetli zehirleri yutma burhanı gibi harikulade haller göstererek insanları irşad etmek için bir vesile olarak kullanıyordu. Yine bir gün, Ebubekir Baba Çorum'da dervişleri ile beraber ateş burhanı için toplanmışlardı. Bir ateş yakıldı. Yanan ateşin üzerine sac koyuldu ve o sac alevlerden kızıllaştı. Ebubekir-i Baba dergâha çok hizmet eden Mehmet Efendi isminde zengin bir dervişi elinden tuttu, halakanın ortasına aldı. Ateşte kızaran sacı eline alarak o dervişin başına koydu. O zengin kişi, bir anda nefsine kapılıp kendi kendine şöyle dedi: Üstadın bu kadar dervişi var, onların içinden beni seçti. Demek ki bende bir iş var, ben halife olacağım herhalde. Hâlbuki bu hadisenin üstadının bir kerameti olduğunu idrak edemedi. Aradan birkaç gün geçti. Ebubekir Baba'nın yakınında olan zâtlardan bir tanesine şöyle dedi:
-Ebubekir Baba'ya söyle de, benim şu halifelik icazetimi artık yazsın. O gün herkesin arasından beni çıkardı ve ateş burhanını bende yaptı. Demek ki ben diğer dervişlerinden farklıyım. Bende o cevheri görmeseydi burhanı bana yapmazdı. Ben halifelik yapabilecek manevi duruma geldim.
Ebubekir-i Babaya, durumu anlattılar.
-Evladım halifeliği biz veremeyiz. Allah-u Teâlâ izin verirse olur, sülûka girerse olur, dedi.
Ebubekir-i Baba'nın söylediklerini, o kişiye gidip söylediler. Hemen doğruca dergâha gitti:
-Aman Efendim! Ben sülûka girip halife olmak istiyorum. Ne olur beni sülûka sokun." dedi. Ebubekir Baba:
-Madem sulûka girmek istiyorsun, peki o zaman" dedi.
Suluk denilen yerler, göz göz oda şeklinde, ancak bir kişinin sığabileceği, namaz kılabileceği büyüklükte yerlerdir. Suluk'a giren bir kişiye, ilk üç gün kesinlikle yiyecek veya içecek bir şey verilmez. Üç günün sonunda Üstadı, belki bir zeytin, belki bir bardak çay gönderebilir. O kişinin yetişme durumuna göre, üstadı ayarlar. Suluk'a giren kişilerin, oradaki gıdası Hakkı zikrederek, Ona ibadet ederek, lezzet ve haz alırlardı. Açlık dahi akıllarına gelmezdi. Sülûk'a giren o zât, üç gün boyunca bir şey yiyip içmeyince beti benzi sararır. Herhangi bir manevi gıdada alamaz.
Bu arada hanımı:
-Allah, Allah bizim bey üç gündür ortalıkta gözükmüyor, nerelerde acaba?", Diyerek doğruca dergâha gider. Oradaki dervişlere:
-Bizim beyi gören oldu mu? Üç gündür ortalarda yok" diye sorar.
Onlarda hanımına:
-Senin kocan sulûka girdi. Üç gündür sulukta, derler. Kadın doğruca suluk odasının önüne gelir ve perdesini hafifçe aralar. Adam karısını görünce:
-Üç gündür neredesin, be hey kadın? Bu adam (hâşâ) bizi açlıktan öldürecek. Hemen eve var, bana yiyecek bir şeyler getir" der
ve kadın eve gider. Evden yiyecekleri aldıktan sonra, kocasının yanına gelir. Perdenin kenarını kaldırıp gizlice yemekleri verir. Boş tabakları da akşama doğru alır. Suluk'un yedinci gününde adam bir hal görür. Halinde Ebubekir-i Baba gelir:
-Evladım şu balığı al, fırıncıya selamımı söyle pişirsin", der. Adam da: Peki, Efendim" der ve balığı alır. (Bu hadise sulukta iken gerçekleşmektedir.) Adam, fırıncıya balığı götürür: Ebubekir-i Babanın sana selamı var, şu balığı bir pişiriver" der. Fırıncı da: Ve aleyküm selam, hemen pişireyim" diyerek, balık tavasını fırına atar. Yarım saat kadar bir süre geçtikten sonra fırıncı, balık tavasını dışarı çıkarır. Bir bakar ki; balık değil pişmek, tava dahi ısınmamış, halen soğuktur. "Allah, Allah" diyerek şaşırır ve tekrar fırına sürer. Yarım saat kadar daha fırında bekletir. Balık tavasını çıkartır. Yine bakarlar ki; ne balık pişmiştir, ne de tavada en ufak bir sıcaklık vardır. Fırıncı, o adama dönerek, şöyle der:
-Ebubekir-i Babaya selam söyle! Bu balık pişici değil" der ve adamın görmüş olduğu hal biter. Tam o esnada dervişlerden birisi sülûk odasının perdesini aralar ve Ebubekir-i Baba'nın kendisini çağırdığını söyler. Adam sevinçle suluktan çıkar.
-"Halifeliği kazandım mı?" diye onlara sorar. Hâlbuki suluk'a giren bir kişi kabiliyetli ise kırk gün içinde, eğer kırk günde olmadı ise üç ayda, üç ayda da olmadı ise bir yılda, bir yılda olmadı ise üç yılda, üç yılda da olmadı ise beş yılda. Beş yılın sonunda da eğer tamam olmadı ise o kişiye artık suluk ettirmezler. Ayrıca suluk'tan, kemale ermiş olarak çıkan kişiler, törenle suluk'tan çıkarılır. Zira o kişi Allah-u Teâlâ Hazretlerine vasıl olmuş, sıfatlarında fani olmuş bir zât olarak suluk'tan ayrılır. Bu zât kırk günü dahi doldurmadığı halde, kendi kendine bir hevese kapılır.
Doğruca Ebubekir-i Baba'nın yanına varır.
-Efendim halifeliği kazandım mı? diye sorar. Ebubekir-i Baba da kendisine:
-Ne halifeliği oğlum, sen bir balığı dahi pişiremedin, diye cevap verir. Adam, Ebubekir-i Babaya:
-Aman Efendim, ne olursunuz, ben zengin bir kişiyim, bana bu halifeliği verin" der. Ebubekir-i Baba, kendisine:
-Evladım, ancak Allah izin verirse halifelik veririz, der.
Adam, Ebubekir-i Babaya:
-Benim çok altınlarım var, evlerim var. Onların tapusunu sana vereyim, bana şu halifelik icazetini verin. Bunu nefsim çok istiyor" deyince,
Ebubekir-i Baba hiddetlenerek ;
-(Evliyaullah ancak Allah için hiddetlenir) Biz maneviyat ne derse onu yaparız. Haydi, yürü bakalım!, diye cevap verir.
Adam sinirli bir şekilde orayı terk ederken; Ben de senin adını Çorum'dan silmez isem; bana da Mehmet Ağa demesinler, diyerek edepsizlik yapar, kapıyı vurup çıkar. Aradan bir müddet geçtikten sonra, adam başka bir yerden para karşılığı halifelik icazeti alarak, tekrar Çorum'a döner ve bir dergâh yaptırmaya başlar. Para ile adamlar tutar. Aklınca; Ebubekir-i Baba'ya muhalefet etmeye çalışır. Dergâhın inşaatı bir adam boyu kadar çıktığında midesine bir ağrı girer. Bu ağrının acısından duramaz bir hale gelir. Hekimlere gider; fakat kimse tedavi edemez. En sonunda kendisine; bir de hamama gitmesi tavsiye edilir ve hamama gider. Hamama girince midesinin ağrısı geçer. İyileştiğini zannederek sevinir. Bir müddet hamamda kaldıktan sonra
-"Artık iyileştim, dışarı çıkabilirim" diye düşünüp hamamdan dışarı çıkar çıkmaz; midesindeki ağrı tekrar başlar.
-Benim midemin iyi olduğu tek yer burası. En iyisi ben iyileşene kadar, siz buraya bir yatak yorgan getirin. Yiyecek ve içeceğimi de buraya getirin. Ben burada yatıp kalkayım" der.
Adamın, yatağı, yiyeceği, içeceği oraya getirilir. Ve hamamda yaşamaya başlar. Fakat hamam sıcak olduğu için sürekli terlemekte ve gün geçtikçe zayıflamaktadır. Onun bu perişan halini gören etrafındaki insanlar da; birer birer onu terk etmeye başlarlar. Bir müddet sonra yanında hiç kimse kalmaz. Sürekli terlemesinden dolayı vücudunda en ufak bir et parçası dahi kalmamış, bir deri bir kemik hale gelmiştir. Yaptığı hatayı anlar ve kendisine bir hamal çağrılmasını ister.
-Bunların hepsinin başıma gelmesinin sebebi, Ebubekir-i Baba gibi bir Evliya'ya muhalefet etmemden kaynaklanıyor. Ben kim, halifelik kim?" diye pişman olup ağlar. Zira Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Hadisi Kutside; "Kim benim Velime düşmanlık ederse, bana karşı savaş ilan etmiş olur" buyurmuştur.
Başka bir hadisi kutside de;
"Kim bir Veliye eza ederse, benimle muharebeye girmiş gibi olur" buyurur.
O esnada hamal gelir ve perişan haldeki Mehmet Ağa hamala şöyle der:
-Beni şu erzak taşıdığın küfenin içine koy ve doğruca Ebubekir-i Babanın evine götür. Evine on metre kala küfeden çıkart. Boynuma bir ip takarak sürüye, sürüye doğruca evinin kapısına kadar götür, der.
Hamal, aynen Mehmet Ağa'nın dediği şekilde küfenin içine koyar. Ebubekir-i Babanın evine doğru gelirler. Evine on metre kala hamal, adamı küfeden dışarı çıkarır, boynuna bir ip geçirir; sürüye, sürüye Ebubekir-i Baba'nın evine doğru getirir.
Bu esnada Ebubekir-i Baba evinde
(manen) Ahmed-el Rufai Hazretleri ile sohbet etmektedir. Zira evliyalar için zaman ve mekân sorunu yoktur. Onlar Allah'ın izni ile vefat ettikten sonra dahi, manen görüşebilirler. İşte bu şekilde sohbet ederken, Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri, Ebubekir-i Babaya; Tam bu esnada hamal kapıyı aralar.
-"Hasta bir adam getirdim" demeden, Ebubekir-i Baba içeriden ;
-"Hakkım helal olsun" diye seslenir. Ebubekir-i Baba'nın sesini duyunca, hasta olan o adam rahatlar. Hamal tekrar hamama götürmek üzere küfeye koyar. O hasta olan adam küfenin içerisinde kelime-i şahadet getirerek iman ile ahrete göçer. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- O dönemlerde Ebubekir-i Baba ile ilmine güvenip uğraşan bir çok zât vardı. Gayeleri kendilerinin daha âlim olduğunu göstermek ve onu küçük düşürmekti. İşte bunlardan bir örnek daha. Çorum'da Vaiz olan bir kişi, Ebubekir-i Baba ile uğraşırmış.Tevhid'i "La İlahe İllallah Hu" diye okuyan
Ebubekir-i Baba'ya:
-Arabistan'dan buraya geldi. "La İlahe İllallah" tamam da; birde sonuna "HU"çıkardı, arkasına ilave etti, olmaz" der.
Vaizin bu sözleri, Ebubekir-i Baba'nın birkaç dervişine de tesir eder. Onlar da derslere gelmemeye başlarlar. Ebubekir-i Baba, vaiz Efendinin yiyeceklerden helvayı sevdiğini öğrenir ve hanımına helva pişirtir ve doğruca vaiz Efendinin evine gider. Hoca Efendi, Ebubekir-i Baba'yı karşısında görünce şaşırır ve tedirgin olur.
Ebubekir-i Baba, Hoca Efendiye:
-Bak Hoca Efendi! Senin söylediklerini işittim. Ben seninle buraya anlaşmaya geldim. Beş dakika sen bana derviş olacaksın. Karşılıklı oturacağız ve beş dakika bana rabıta yapacaksın. Benim okuduğum tevhidi beş dakika da sen söyleyeceksin. Ondan sonra benim dediğim doğru ise bana bağlan, doğru değil ise ebedi ben sana bağlanacağım, sen ne dersen onu yapacağım" der.
Hoca Efendi içinden; Beş dakika hemen geçer, bu herhalde bana bağlanacak, tamam ben bunu hallettim" deyip sevinir.
Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.leri:
-Şimdi beni manevi babalığa kabul edeceksin, dizini dizime dayayacaksın, beni öylece düşüneceksin, söylediğimi de aynen yapacaksın" der.
Hoca Efendi
-"Tamam" der
-La ilahe İllallah hu" derken;
Hoca Efendi:
-La İlahe İllallah" tamam da "Hu" denilmez der.
Ebubekir-i Baba:
-Bak hoca Efendi saniyeler geçiyor, deyip "La İlahe İllallah hu, La İlahe İllallah hu, La İlahe İllallah hu"derken bir yandan da kalbine vurur. Hoca Efendi gözünü bir açar hemen Ebubekir-i Babanın eline kapanır:
-Aman Efendim! Ne olur ben sizin ebediyen dervişiniz olayım" der.
-Ebubekir-i Baba: Ne oldu Hoca Efendi?" Diye sorar.
Hoca Efendi:
-Sen Allah'a kendini nasıl sevdirmişsin ki; Levhi Mahfuzda "La İlahe İllallah hu" yazılı" diye cevap verir.
Ebubekir-i Baba:
-Nasıl Gördün Levhi Mahfuzu?" diye sorar
Hoca Efendi.
-Seninle birlikte tevhid okurken melekler benim perdemi açtı. Levhi mahfuzu gösterdiler. Orada "La İlahe İllallah hu" yazılıydı." der.
Ertesi gün Hoca Efendi camiye ağlayarak gelir öyle bir vaaz eder ki, vaazında; Biz ilmimize mağrur olmuşuz. Biz hata etmişiz. Allah'ın dostları ile uğraşmışız. Allah'a harp ilan etmişiz. Allah'ım benim günahlarımı affetsin. Ebubekir-i Sıddık Baba çok haklıymış. Levhi mahfuz da "La İlahe İllallah hu" yazılı der ve ardından, kendisi de Ebubekir-i Babanın dervişi olur. Ebubekir-i Baba, yaşadığı müddetçe Ümmet-i Muhammedi irşat etmeye gayret göstermiştir. İnsanları Hak yola vasıl edebilmek için gece gündüz çalışmıştır. Sayısız kerametleri ve halleri bulunan bir meşayıhtır. Dergâhta Hacı Ali Efendi Hz.leri ve Hacı Mustafa Efendi Hz.lerine ayrı bir ilgi ve alaka göstermiş ve bu iki zâtı kendisi hayatta iken manen yetiştirmiştir. ------------------------------------------------------------------------------------------------------ Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.leri Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.lerine ilk bağlandığı dönemlerde deki bir kaç anısını şöyle anlatır:
-Gençliğimde çay ocağı çalıştırırdım. (Eskiden kıraathaneler bu günkü gibi değildi. Kuran-ı Kerim okunur, dini ve ilmi değeri olan konular ehliyetli kişiler tarafından beyan edilir, şiirler okunur, günlük olaylar müteala edilir ) Bir gün kapıda üstadım Ebubekir-i Baba'nın beni çağırdığını gördüm. İşi bırakıp koştum. Üstadımın önünde ihtiyar, ama dinç, üzeri eski giyimli, sarışın bir meczup var idi. Biz de birkaç kişi geriden Üstadımızla birlikte meczubu takip ediyorduk. Ebubekir-i Babanın evinin önüne geldiğimizde; meczup zât geri döndü ve bize doğru bakıp, beni göstererek;
-"Şu gençte kemalat kokusu var. Şu ise fasık ve şunda da münafıklık alameti var" dedi. Arkadaşlardan birisi müdahale edecekti ki, Hacı Ebubekir-i Baba;
-Sakın cevap verme, O Allah dostudur, sana zarar gelir, dedi.
Yine o dönemde, evde ders çekiyordum. Kapının çaldığını işittim. Kapıyı açtığımda hayretler içerisinde, Üstadım Ebubekir-i Baba'yı gördüm. Zira o güne kadar evime ilk defa geliyordu. Üstadım bana şöyle seslendi;
-Evladım, Mustafa ne yapıyorsun?, ben de kendisine: Efendim ders çekiyordum, dedim. Üstadım da bana; Hangi esmayı çekiyordun evladım, diye sordu. Ben de kendisine; Efendim aslında dersimi bitirdim. Biz severiz Cihar-ı Yari Veliyi; Ebubekir-i, Ömer, Osman, Ali'yi okuyordum" dedim.
Üstadım bana: ?
- Evladım, o söylediğin zâtları görüyor musun?"Diye sordu.
Ben de kendisine:
-Hayır, Efendim, deyince; Üstadım:
-İyi evladım. Bundan sonra gör inşallah" dedi.
Ve o günden sonra, o mübarekleri manen sık, sık görmeye başladım. Dergâhta çavuş iken, arkadaşlarla Çorum yakınlarında bir yere gittik. Camide halakayı zikre oturduk. O beldede başka dergâhtan Rufailer de vardı. Onlar da katıldılar. Zikir devranı devam ederken oradaki Rufailer; bir mangal dolusu ateş getirip, nakibimizin önüne koydular. Kendisinde burhan olmadığı için, o da bana havale etti. Ben de huzur ettiğimde; Ebubekir-i Babanın caminin mihrap tarafından, halakanın ortasına geldiğini gördüm. Müsaade verildi zannederek ateş burhanını yaptım. Çorum'a vardığımızda üstadıma anlattım. Fakat çok disiplinli olması hasebiyle beni azarlamıştı. Çünkü şer'i izin olmadan yaptığımı söyledi. Ebubekir-i Sıdık Çorumi Hazretleri keşfi, kerameti açık, ledünni ilim sahibi bir zât idi. Bir gün sohbet esnasında, Mehdi Resulden bahsederken o cemaat içerisinde, daha henüz on sekiz yaşlarında bir genç olan Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerini göstererek;
-Mehdi Resulü biz göremeyeceğiz, fakat bu gencin dervişleri görecek" buyurmuşlardır. Ebubekir-i Baba, Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri'nin henüz on sekiz yaşında olmasına rağmen; ileride Mürşidi Kamil zât olacağını, onun değil ama dervişlerinin Mehdi Resulü göreceğini, o zamandan işaret buyurmuşlardır. Hacı Ebubekir Baba Hz.leri çok büyük bir Mürşidi Kamil idi. Lakin kendisinden sonra bir halife yetişmemesinin üzüntüsünü yaşıyor, bazen bundan dolayı hüzünleniyordu.Derken bir gece zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah (cc) kendisine tecelli eder. (keyfiyeti ehline malumdur.) Bu tecelli anında
Allah-ü Teâlâ Hz.leri Ebubekir Babaya;
"Kulum Ebubekir; Evlat verdim istemedin, devlet verdim istemedin, mal mülk verdim istemedin, makam mevki verdim istemedin. Ne istiyorsun?" Diye buyurur.
Ebubekir Baba; Ya Rabbi âcizane seni istiyorum" diye cevap verir.
Cenab-ı Zül Celal:
"Kulum Ebubekir! Bu akşam ömrün tamam olmuştu ancak fazlı keremimden ben senin ömrünü 30 sene uzattım. Ömrünün son beş senesinde şehrinizin doğu kısmından, Ahıska tarafından elinde kılıç, at üzerinde eşkıya tipinde biri gelecek. Elinde bulunan emanetleri ona vereceksin. Bu zât bostancı Ali Efendidir,"
Buyurur. Ebubekir Baba o gece tarih atar. Gerçekten de ömrünün son beş senesinde Ali Efendi gelir. Geldiği zaman da Çorum'da Nakşibendî Üstadı Çerkez şeyhi Hacı Ömer Efendi diye bilinen bir zâtın sohbetine götürürler. Şeyh Ömer Efendinin kapısına gitmeden önce Ali Efendi eşkıyadır.Çok haşarı, gözü pek ve biraz tehlikeli birisidir Hacı Ali Efendinin de tasavvufa başlaması böyle olmuştur İlk olarak Şeyh Ömer Efendinin dergâhına gider fakat manevi dosyası Ebubekir Baba'dadır. Hacı Ebubekir babanın dergâhına gidecektir.Lakin Ali Efendi henüz Ebubekir Sıddık Hz.lerinin kapısına gitmemiştir.Nazarı ve çalışması gereken hususiyet bu taraftır.Tabi buna Ebubekir baba Hz.leri daha fazla rıza göstermez.Çünkü kendisine Allah-ü Teâlâ Hz.lerinden böyle bir vaat vardır. Neticede
bir akşam Bostancı Hacı Ali Efendinin mana âleminde ayağına zinciri takar, tespih çeker gibi Ebubekir Baba (ks) Hz.leri, Çerkez Şeyhinin kapısından sürükleye, sürükleye kapısının önüne getirir ve Ali Efendiye latife ederek şöyle der:
-Evladım Ali Efendi! En sonunda kendini sürüklete, sürüklete kapımıza geldin" buyurmuştur. Hatta Çerkez şeyhi Hacı Ömer Efendi, Ali Efendiye;
-Oğlum! Kara Şeyh beni de rahatsız ediyor. Sen oraya gideceksin. Nasibin orada, dosyan Ebubekir Baba'da" diyerek Ebubekir Baba Hz.lerinin kapısına göndermiştir. Ebubekir Baba Hz.leri Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin vaadi olan bu mübarek zâtı beş sene içerisinde yetiştirir, Ali Efendi'ye bütün makamları aştırır ve halifelik makamına kadar getirir. Fakat Çorum'da bazı dedikoducu insanlar ;
-Ebubekir baba Hz.leri, Ali Efendi'den korktu da; onun için görevi ona tevdi etti" derler.
Bu her dönemde olmuştur. Meyve veren ağacı taşlarlar. Bostanı Hacı Ali Efendi Hz.leri vazifeyi aldıktan sonra, Ebubekir Baba Hz.leri bir gün; Gel oğlum Ali, sana bir sırrımı açıklayacağım" der ve otuz sene önce yaşadığı tecelliyi anlatır Oğlum! Ben tarih atmıştım.Her halde bu gece emaneti teslim edeceğiz. Dervişleri topla da helalleşelim" buyurur.Bu arada Ebubekir Babanın hanımı,konuştukları mevzuyu harem penceresinden duyar.Dervişler haberi alır almaz dergâha toplanırlar. Aradan birkaç saat geçer. Ebubekir baba Hz.leri tefekkür halinde iken, hanımı; Ha Bekir ha! Öleceğim diye başına milleti topla. Hacı Laledin hesabı; bir rezil rüsva ol da gör" der. Hacı Laled ismindeki kişi; etrafındakilere "ben bu gece ölüyorum" diye toplamış fakat on yıl daha yaşamış olan bir kimsedir. Bekir baba hanımına dönüyor; Bir Hacılaled'le, bir EbuBekir'i ayırt edemiyorsun ya; kırk sene seninle bir yastığa baş koydum. Yazıklar olsun sana" diyor. Ebubekir Baba Hz.leri, gecenin belli bir vaktinde gözünü açıyor. Oğlum Ali, dervişler nerde" diye soruyor. Bostancı Ali Efendi Hz.leri; Efendim bir kısmı gitti, bir kısmı kaldı" diyor. Ebubekir Baba Hz.leri; Ne yapalım evladım nasipleri bu kadarmış. Allahaısmarladık" der ve o anda; Aleykümüsselam melekül mevt" diyerek Azrail(as)ı karşılıyor ve ardından Ben ihtiyar adamım. Benim canımı acıtma" diyor ve "hu" esmasıyla ruhunu teslim ediyor. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ebubekir Baba Hz.leri sohbetlerinin sonun da sürekli: Ehli Beyti seven Al kanlar içinde yatar" diye söyler fakat bu sözün sırrına kimse vakıf olamaz. Vefatından belli bir süre geçtikten sonra. Ebubekir Baba Hz.lerinin evlatlığı; Benim babamı sofanın parmaklıklarından dervişler düşürdüler, itelediler. Ben babamı çıkarıp otopsi yaptıracağım, der. Ebubekir babayı gömdükleri kabirden çıkarıyorlar, hastaneye götürüyorlar. Otopsi için ameliyathaneye alınıyor. O zaman otopsiyi yapacak olan Doktor Sulhi Bey'dir ve itikadı zayıf birisidir. Ebubekir Baba Hz.lerini ameliyat masasına yatırıyorlar. Doktor, vücudundan bir yeri açıyor ve orada bir sırra vakıf oluyor. Nabız yok, nefes yok ama kan dolaşıyor. Kalp çalışıyor ve "Allah" diye ses geliyor. Bunu duyuyor ve inancı zayıf bir kişi olduğu için hayretler içerisinde kalıyor. Ebubekir Baba'yı kaldırıyorlar, tekrar kabre götürüyorlar. Bostancı Ali Efendi Hz.leri, Üstadının cenazesini toprağa vermek için kabrin içine giriyor.Tabi ameliyat edilir iken; Ebubekir Baba'nın vücudunu açtıklarından dolayı eline kan değiyor ve orada; Bostancı Hacı Ali Efendi Hz.leri; SEDDAKSIN YA ŞEYHİM!! EHLİ BEYTİ SEVEN AL KANLAR İÇİNDE YATAR." buyuruyor. Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Aziz Hazretleri, bu mübarek ve kutsal görevi layıkı ile tamamlamış ve 1929 yılında Hakka yürümüştür. İlel Cenneti Ebeda. Allah-u Teâlâ Hazretleri makamlarını Âli kılsın, Füyuzatı Rabbaniye'lerini üzerimizden eksik etmesin. Âmin.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.