Gürcistan'ın Ahiska vilayetinde dünyaya gelmiş. Küçük yaşta Kur-an'ı Kerim'i hıfz etmiş, kalbi iman ile dolu bir gençtir. Hem hafız olması, hem de sesinin güzel olmasından dolayı, kendisini yetiştiren hoca Efendi, Ebubekir Baba'ya Samsun'a gitmesini söyler.
- Evladım senin baban yok, git orada vaaz et, der.
Hoca Efendinin nasihatini tutan Ebubekir Baba, Ramazan ayında Samsun'a gider, orada hatimler okur, müezzinlik yapar. Bu şekilde Ramazan ayını ibadetle geçirir. Bu arada, camide tanıştığı bazı tasavvuf ehli kimselerle sohbet etmeye başlar. Onları evine davet eder. Gelen misafirlerin, kimisi Kadiri, kimisi Rufai, kimisi Mevlevi, kimisi Nakşibendî, kimisi Şazeli olan bu tarikat ehli insanları tanıdıkça onlara hayran olur.
- Ya Rabbi! Ben de seni sevmek için fedai, asker olacağım. Ben de talip olacağım, ben de Mürid olacağım, ben de derviş olacağım. " Der ve istihare yapar.
Ebubekir Baba (ks) Hazretleri'ne, istiharesinde kendisini Allah'a vuslat bulduracak, İstanbul'da bulunan, meşayıhın büyüklerinden Aziz Mahmud-u Hüda-i Hazretleri'nin dergâhına gitmesi söylenir.
Hemen yol hazırlıklarını tamamlayıp doğruca İstanbul'a gider. Dergâhın o dönemdeki Mürşidi Kâmili, Mahlası (Ruhi), diye tanınmış Mehmet Ruşen Hilmi Hazretlerine intisap eder.
Mehmet Ruşen Hilmi Hz.leri, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretlerine;
Evladım sen, tavlacılık yapacaksın, der.
O zamanlar da tavlacı; atları besleyen, tımarlayan ve bakımını yapan kişilere denilirdi.
Tam yedi yıl üstadının vermiş olduğu bu hizmeti sürdürür. Bunun yanı sıra günlük derslerini çeker, haftalık sohbetlerine devam eder. Büyük bir ihlas ve samimiyetle bu yola olan bağlılığını gösterir. Yedi yılın sonunda, üstadı kendisine:
Gel evladım Ebubekir, sana seyahat göründü, buyurur. Yanına yol arkadaşı olarak, Sanemerli Hacı Ahmet Baba ismindeki zâtı verir. Onunla beraber seyahat edeceklerini söyler.
Eskiden, bir müridin kemale ermesi için, ya seyr-u suluk ettirilir yâda seyahat verilirdi. Tabi bu hadise, maneviyatın işareti ile olurdu. Tasavvufta ki seyahatin de, kendine göre bazı adap ve erkânı bulunmaktadır.
Osmanlı Döneminde Mürşidi Kamil olan zâtlara, devlet bir mühür verir. Bu mühür ile seyahate gidecek olan dervişlere, üstadı bir belge hazırlar ve bu belge sayesinde seyahat ettikleri müddetçe, devletin hanlarından, hamamlarından, vakıflarından istifade ederlerdi.
Bu mübarek zât da bir kâğıda;
Evladımız Ebubekir ve Sanemerli Hacı Ahmet Babanın, seyahat esnasında devletimizin imkânlarından faydalanmaları uygundur" diye yazar ve kâğıdı mühürler.
Üstadı Mehmet Ruşen Hilmi Hazretleri, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerine elindeki postu göstererek:
Evladım üzerindeki gömleği çıkart. Bundan sonra senin gömleğin bu posttur" der. Postu ortasından deler ve gömlek gibi başından geçirir. Ardından sözlerine şöyle devam eder;
Bu post senin hem yatacak yerin hem de seccadendir. Bununla seyahat edeceksin. Zekât almayacaksın, sadaka kabul etmeyeceksin, fitre almayacaksın. Allah'ı seven bunları almaz. Çünkü bunlar fakirlerin hakkıdır.
Sen hafızsın, manen zenginsin. Yiyecek hiçbir şey bulmazsan; üç gün aç duracaksın. Ondan sonra "Şeyhenlillah" benim karnımı doyurun, diyeceksin.
Seyahatini yaya olarak yapacaksın. Yoldan vasıta ile geçenler, vasıtalarına "buyur ederlerse" bineceksin. Kimsede kusur ve kabahat ararsan, kendi nefsine bak. Nefsini sigaya çek evladım. Allah işini rast getirsin" der ve gönderir.
Şeyhi ile helalleşen Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri arkadaşı ile birlikte uzun ve yorucu yolculuğuna başlar…
Seyahat ederlerken; kendilerine nerelere gidecekleri manen işaret edilir, ya da rüyalarında ikaz edilirlerdi. Ve seyahat ancak maneviyatın tayin ettiği yerlere yapılırdı. Tabii, yolculuk esnasında şimdiki gibi imkânlar yoktu. Olsa dahi, seyahatin adabında yola çıktığın zaman, hiçbir şekilde bir vesaite binemezdin. Ancak biri durur da götürmek isterse, o zaman binebilirdin.
Üç gün süreyle, hiç kimseden, aç olsa dahi bir şey istenilmez. Üç günün sonunda eğer hiçbir şey yemediler ise, ancak o zaman hallerini arz ederler. Açlıklarını giderecek kadar isteyebilirlerdi.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı Sanemerli Hacı Ahmet Baba, her türlü meşakkat ve sıkıntıya göğüs gererek, yalnız Allah'a vasıl olabilmek için bu zor seyahate başlarlar ve çeşitli şehirleri gezerler.
Seyahatleri esnasında vardıkları bir şehirde. Üç gün ikamet ederler. Fakat hikmeten, üç gün boyunca onlara; "Kimsiniz? Necisiniz?" diye soran olmaz. Bir lokma ekmek dahi vermezler. Onlarda seyahat adabından olduğu için isteyemezler.
Üçüncü günün sonunda, tam şehirden çıkarlarken, bir fırının önüne gelirler. Kendi aralarında konuşurlar:
Şu fırıncıya durumumuzu söyleyelim. Bize bir tane ekmek versin, der ve içeri girerler. Fırıncıya durumlarını izah ederler. Fırıncı da kendilerine:
Sapa sağlam adamlarsınız, isteyeceğinize çalışsanıza. Bakın, ben sabahtan akşama kadar ateşin karşısında yanıyorum, çalışıyorum. Siz de gelmişsiniz benden bedava ekmek istiyorsunuz. Olmaz öyle şey! Diye öfkelenir.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri, Fırıncıya:
Efendi! Biz senden bir tane ekmek istedik, sen bize bin tane laf saydın. Sadece "vermem" diyebilirdin. Ayrıca "sabahtan akşama kadar ateşin kendisi bile olmayıp, yalnız sana çarpan sıcaklığının yaktığını söylüyorsun. O ateş nardır ve nuru yakmaz. Allah'ın (cc) izni ile şu gördüğün ateş bize hiçbir şey yapmaz" der. Fırıncı dinler ve ardından, alaylı bir şekilde;
Demek ateş size bir şey yapamaz öyle mi? Şu fırına girin de görelim o zaman " diye cevap verir.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı birbirlerine bakar. Ardından Besmele-i Şerife çekip, fırının içine girer ve otururlar. Fırıncı neye uğradığını şaşırır, panik halinde kendini dışarı atar ve bağırmaya başlar:
Yetişin, fırının içinde adamlar var, yanıyorlar "
Bu arada, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve Hacı Ahmet Baba fırının içine oturmuş, pişen ekmekleri dışarıya çıkarmaktadırlar. Halk, dehşetle bunu izlemekte, bir yandan da yalvarıp yakarmaktadır;
Ne olur, fırının içinden çıkın, yanacaksınız, ne olur çıkın.
Ancak, ne yapıp ettilerse de fayda etmez, onları çıkaramazlar. En sonunda şehrin kadısı çağrılır. Kadı Efendi, feraset sahibi, âlim bir zâttır. Fırının içerisindeki kişilerin boş birileri olmadığını fark edip onlara;
Şeriat hakkı için dışarı çıkın ..!" deyince, fırının içinden çıkarlar.
Çıktıklarında, elbiselerinde ne bir ateş vardır, ne de vücutlarında yanma izi, sadece üstleri fırının külleri ile kirlenmiştir.
Kadı Efendi, bu ikisini alır ve kendi evine götürür. Onlara; neden böyle bir şey yaptıklarını sorar. Ebubekir-i Sıddık Çorumi Hazretleri ve arkadaşı, durumlarını Kadı Efendiye izah ederler.
Bunun üzerine Kadı Efendi, onların elbiselerini yıkattırır ve onları bırakmak istemez. Onlara güzel bir sofra hazırlattırır. Yemekten sonra yatak hazırlatıp gece ağırlar. Sabah Ezanı okunduğunda, kalkarlar. Namazlarını kıldıktan sonra kadıya hitaben:
Efendim! Artık biz burada durmayalım. Zira halk bizi görürse, büyük bir teveccüh gösterebilir. Bu da nefsimize hoş gelir. "Onun için biz gidiyoruz", deyip o şehri terk ederler.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri ve Sanemerli Hacı Ahmet Baba, bu ve buna benzer pek çok hadiseler yaşamış, pek çok şehirler gezmiş, nihayetin de Irak'a geçmişlerdir. Bir müddet Bağdat'ta Abdülkadir Geylani (ks) Hz.lerinin türbesinin yanında kalırlar.Daha sonra Irak'ın Basra şehrine gelirler.
Ebul Alemeyn, Pirimiz Seyyit Ahmed-el Kebir-i Rufai Hazretleri'nin kabrini ziyarete gitmek istediklerini, oraya nasıl gideceklerini, oradaki halka sorarlar. Orada bulunanlar da, kendilerine;
-Efendim,siz çok yanlış zamanda gelmişsiniz.Buradan o mübareğin kabrine altı ay aralıklarla kervan gider. İlk kervan yeni gitti. Diğer kervanın gidişini beklemeniz gerek. Ancak; "biz yürüyerek gideceğiz derseniz", o da çok tehlikeli ve zordur. Orası çok sık ormanlık bir arazidir. O'nun kabrini aslanlar bekler. Sizi parçalarlar, ölürsünüz, derler.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri;
Ölürsek, onun yolunda ölelim. Ne olursa olsun gideceğiz. Hasbinalallah veniğmel vekil, Hasbinalallah veniğmel vekil¸ Hasbinalallah veniğmel vekil. Benim vekilim o'dur. O'ndan güzel vekil yok. Mülkün sahibi O,dur" der ve yola koyulurlar.
Sıcak bir bölge olduğu için, yolculuk çok zor ve meşakkatli geçmektedir. Buna rağmen, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri ve yol arkadaşı o mübareğin aşkı ile yanmakta ve hiç durmadan yollarına devam etmektedirler.
Epeyce bir zaman gittikten sonra, artık takatleri kalmaz. Sıcak bir yandan, açlık bir yandan bastırmıştır. Bir ara yorulur ve dinlenmek için otururlar. Bir müddet dinlendikten sonra, bakarlar ki; bir ağacın kenarında, daha yeni pişmiş sıcacık bir ekmek. Hemen ekmeği alır ve yürümeye devam ederlerken bir anda karşılarında yırtıcı hayvanları görünce içlerine bir korku hâsıl olur ve hemen;
"Hıfzıhuma Vehüvel Aliyyül Aziym" deyip, gözlerini yumup otururlar. Kendilerini parçalayacaklar diye beklerken, hayvanlar kuyrukları ile yön gösterir gibi hareketler yaparlar. Ebubekir-i Sıdık Çorum-i Hazretleri:
Hasbünallah Veniğmelvekil! Sen ne güzel vekilsin. Mahlûkatı emrime verdin. Mahlûkat bana selam verdi", der. Ayağa kalkarlar, aslanlarda ayağa kalkar. Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerini ve arkadaşını, Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri'nin türbesine kadar getirirler.
Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri, yaratılan her canlıya şefkat ve merhametle yaklaşırdı. Hayvanlara çok merhamet eden, onlara yardım eden bir zât idi.
Öyle ki, bir gün bir ağacın kenarında Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri istirahat ederken, cübbesinin kenarına bir kedi uzanır. Bu arada da ezan okunmuştur. Mübarek; o kediyi rahatsız etmemek için cübbesinin kenarını keser ve namazını kılmaya gider. Kıldıktan sonra döndüğün de, o kestiği parçayı tekrar cübbesine diker.
Bu ve bunun gibi pek çok hadiseleri cereyan etmiştir. Bu büyük zatın vefatından sonra kabri şerifini biri dişi, biri erkek olmak üzere iki aslan beklerdi. Bu hal, Cenabı Zül Celal Hazretleri tarafından evliyasına bahşettiği bir lütuftur.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretleri ve arkadaşı türbede üç gün kalırlar. Üç gün sürece kendilerine tanımadıkları nur yüzlü bir kişi tarafından süt getirilir. Vakitlerini zikir, tefekkür ve ibadet ile geçirirler.
Üç gün olduğu halde, halen Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretlerini görememişlerdir. Bundan dolayı gayet üzüntü duymuşlardır. Gidecekleri gün Hazreti Pire, manen rabıta ederler ve kendisine:
Efendim, üç gündür buradayız. Bir "Hoş geldiniz" bile demediniz. Bir edepsizliğimiz mi oldu?" diye, sorarlar.
O anda Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri manen, tebessüm ederek;
Evladım, siz bizim misafirimizsiniz. Üç gündür size süt getiren kim zannediyordunuz?"
Üç gün boyunca onlara yemek getirenin Ahmed-i Kebir-i Rufai (ks) Hazretleri olduğunu anlayan Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri ağlaya ağlaya, mahcubiyetini ifade eder. Bir müddet daha orada kaldıktan sonra, büyük bir üzüntü ve gözyaşları içinde, mübareğin türbesinden ayrılırlar.
Oradan ayrıldıktan sonra Mekke'ye giderler. Beş yıl boyunca Mekke ve Medine de mücavir olarak hizmetine devam ederler. Mübarek Hafız-ı Kurra olması hasebi ile altı saatte bir hatim etmektedir. Beş yılın sonunda Fahr-i Kâinat (sav) Efendimiz;
Yedi yıl gibi uzun ve meşakkatli ve bir o kadar da tehlikeli olan seyahatin sonunda, Mısır'ın Tanta vilayetine gelirler. Orada bulunan, Abdurrahim-i Tantavi Hazretleri'nin dergâhında üç gün misafir olurlar.
Üç gün boyunca kendilerine; ne bir "hoş geldin" diyen çıkar, ne de yemek saatinde "buyur, sen de yemek ye" diyen. Buna rağmen üç gün boyunca ibadet ve taât ile uğraşırlar. Üçüncü günün sonunda, kendi kendilerine;
Neler oluyor? İnsanlardaki bu telaş niye? O da:
Sorma Ebubekir Efendi! Bu gelen meczubun biridir. Arada bir gelir. Böyle bağırır. Dükkânı açık olan olursa, elindeki sopa ile vurur. İnsanlar ondan korktuğu için, o, çarşıdan çıkana kadar kimse dükkânından dışarı çıkmaz, der.
Bu arada, o meczup, Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretlerinin olduğu dükkânın kapısının önüne gelince, elindeki sopa ile bir defa vurur ve şöyle seslenir;
Ey! Ebubekir Sıddık-i Çorumi! Sen kimden izin aldın da, burayı terk ediyorsun? Çabuk çık dışarı."
Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri, bu gelen zatın bir Hak aşığı olduğunu anlar ve dışarıya çıkar. O meczup zat önde, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hazretleri arkada, şehrin dışına doğru yürümeye başlarlar. Mağara gibi bir yere gelirler. O meczup, bir nöbetçi gibi mağaranın önünde bekler ve Ebubekir-i Sıddık Hazretleri içeri girer.
Orada; uzun boylu, sarışın, seyrek sakallı, gayet zayıf bir zat olan, Abdurrahim Tantavi Hz.leri bulunmaktadır. Başka kimse yoktur. Mübarek Tantavi Hazretleri şunları söyler;
Yunus Emre'nin;
Vurana Elsiz Gerek
Sövene Dilsiz Gerek
Derviş Gönülsüz Gerek
Sen Derviş Olamazsın, Sen Hakkı bulamazsın,
Vururlarsa vurma! Elini kaldırma elsiz ol..! Söverlerse dilsiz ol..! Eğer gönlünde kırgınlık varsa o kırgınlığı at! Allah'ın nazargahı gönüldür. Bütün sıkıntılar ondan geliyor…
Hacı Ebubekir Baba sağa sola bakınır, kimsecikler yoktur. Söylenenlerin kendisine olduğunu anlar.
"Ya Rabbi O söylediği ile amel ediyor. Bana da duyduğum ile amel etmeyi nasip eyle" der ve ağlamaya başlar.
Aradan iki yıl gibi bir süre geçer. Yine aynı mağaraya, aynı O meczup kişi ile beraber giderler.
Divan kurulmuştur. Gavs-ül Azam Seyyid Abdülkadir-i Geylani (ks) Hazretleri, Ebul Alemeyn Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri, Seyyid Ahmed-el Bedevi Hazretleri, Seyyid İbrahim-i Dusuki Hazretleri, Hasan Ali Şazeli Hazretleri, Hace Muhammed Bahaaddin Nakşibendî Hazretleri ve diğer piranların orada olduğunu görür.
"Aferin evladım! İmtihanı kazandın, herkes bu imtihanı geçemez. Bundan sonra benim dergâhımın halifesisin. Ümmeti Muhammedi irşat ile vazifelisin."der.
Arkasından, Ahmed-i Kebir-i Rufai Hazretleri, Ahmed-el Bedevi Hazretleri, Seyyit İbrahim-i Dusuki Hazretleri, Hasan Ali Şazeli Hazretleri de görev verirler. Tam Bahaddin Nakşibendî Hazretleri de, "bende görev veriyorum" dediğinde, Rasûlüllâh (sav) Efendimiz;"Kâfi, bu kadar yeter." Buyurur. Mübarek, beş tarikattan ders vermeye yetkili kılınır. Nihayet seyrü sülûkunu tamamlamıştır.
Piran Efendilerimiz, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri'ni, tek tek tebrik ederler. (Öyle ki; Üstadımızın bize bildirdiğine göre, kolay kolay herkesi tek tek tebrik etmezler imiş.)
Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hazretleri, bu manevi vazifeyi aldıktan sonra, tekrar o meczup zât ile birlikte, Tantavi Hz.lerinin dergâhına gelirler. Bu arada, Abdurrahim-i Tantavi Hz.'leri ve Abdurrahim-i Nişavi Hz.leri, daha o gelmeden icazetleri hazırlamışlardır. Dergâha geldiğinde;"Evladım, Rum Diyarına gideceksin. Oradaki insanlara, Tarikat-ı Aliye yi, Allah ve Resulünün sevgisini anlatacaksın. Şu icazetin, şu da yol harcırahın." derler.
Mübareğe orada, güzel bir tavuk pişirirler, sıcak ekmekler ikram ederler. Kaç gündür aç olduğu halde, o bir parça tavuktan alır, bir parça da ekmekten. Geri kalanı oradakilere dağıtır. Kendisine verilen yol harcırahı altınları da yine orada bulunanlara dağıtır.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretleri, yedi yıl süren bu meşakkatli, yorucu yolun sonunda nice zorluklara katlanmış. Soğuklarda, sıcaklarda yürümüş. Gayet kibar olan bedeni simsiyah yanmıştır. Fakat bu çilelerin sonunda, kulluk mertebesine erişmiş. Mevlayı Zül Celal Hazretlerine ve O'nun güzel Habib'ine dost olmuştur.
Mısır'dan dönünce doğruca İstanbul'a gider. O zamanın padişahı, halifesi, Şeyhül İslamı Cennet mekân, Abdülhamit Han'ın huzuruna çıkar, halifelik icazetini gösterir:
Padişahım! Benim icazetim budur. Eğer yer gösterirseniz; ben de bir dergâh açmak istiyorum" deyince; Kendisine Osman-ı Aliye tarafından Çorum'da dergâh açması ve derviş yetiştirmesi için mühürlü bir kâğıt verilir. Oradan ayrılıp Çorum'da dergâhını açar.
O zamana kadar Çorum'da sekiz tane dergâh bulunmaktadır. Dokuzuncu dergâhı da Ebubekir Baba açmıştır. Mübarek günlerde dokuz tarikatın mensupları bir yerde toplanır zikrullah yaparlardı.
"Allah-u Teâlâ Hazretlerinin yeryüzündeki seçilmiş kullarından olan, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i (ks) Hz.leri, bundan sonraki hayatı süresince insanlara hak ve hakikat yolunu, Allah ve Resulünün sevgisini anlatmayı kendisine en büyük vazife görmüş ve bu uğurda canını, malını, evladı iyalini, her şeyini, fisebilillah, hak yoluna adamıştır. Geçimini değirmencilik yaparak kazanmış, Allah için harcamış; dünyalık hiçbir şey biriktirmemiştir. Bu aşk ve muhabbet ile Çorum'da, Ümmet-i Muhammedi irşada başlayan Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i (ks) Hazretlerinin, manevi görevi süresince, pek çok kerametleri ve pek çok da hadiseleri cereyan etmiştir.
-İşte Osmanlı Devletimizin Büyük mürşidi Kamillerinden Hak Aşkıyla doşan Hacı Ebubekir Baba Hz.lerinin bazı kerametleri,
Hacı Ebubekir Baba Hz.leri Çorum'un üst tarafında "solak değirmen" diye tarif edilen değirmenin sahibi idi. Değirmencilik yaparak geçimini sağlardı. Sürekli değirmenin etrafında zikrullah yapar, çok aşklı ve coşkulu zikrullah yaptırırdı. Yeryüzündeki bütün şeyhleri manen çağırırdı.
Bir gün Ebubekir Baba zikrullaha başladığı zaman, değirmenin yakınındaki suda bulunan kurbağaların dahi Allah'ı zikrettiğine, orada bulunan herkes şahit olmuşlardır.
Lafza-i Celale gelindiğin de yerin Allah'ı zikrettiğini, sallandığını dahi herkes gözleri ile görmüşlerdir.
Hay esmasına gelindiğinde büyükçe bir ateş yakar. Oradaki diğer şeyhleri davet eder.
"Buyurun ateşe girin" derdi. Diğer şeyh Efendiler:
"Aman Ebubekir Baba! Bizde bu kabiliyet yok" diye cevap verirlerdi. Mübarek tek başına o alevlerin içerisine kendini bırakır, Allah'ı zikrederdi. Hacı Ebubekir Baba Hz.leri değirmene at arabası ile gider gelirdi. Bir gün dervişler at arabası ile pirinç getirirlerken, arabanın tekeri kırılır pirinçler yere dökülür. Yemek saati olması hasebi ile yemek yapılacaktır. Dervişler doğruca Ebubekir Baba'nın yanına gelir;
"Efendi Baba! Arabanın tekeri kırıldı. Pirinçleri getirecek kimse yok. Yol da çok uzakta ne yapacağız" derler.
"Evladım, cebinizde bir avuç pirinçte mi yok?" diye mübarek sorar.
O esnada dervişin bir tanesinin cebinden bir avuç pirinç çıkar. Ebubekir Baba bir avuç pirinci alır, fokur fokur kaynayan bir kazan suyun içerisine elindeki bir avuç pirinci döker ve elini de kaynar kazanın içine sokup karıştırmaya başlar. Allah-ü Teâlâ Hz.lerinin izni ile kerameten bir kazan pirinç olur. Orada bulunan bütün dervişler de buna şahit olurlar.
Ebubekir-i Sıddık Hazretlerine halk pek itibar etmez, pek teveccüh göstermezler idi. Ta ki, bir gün Çorum'da büyük bir yangın meydana gelene kadar…
Bir Rum kadının evi alevler içerisinde kalmış, dumandan göz gözü görmüyordu. Kadın feryadı figan ediyor:
Aman Müslüman kardeşler! Evim yanıyor ne olur söndürün. Bana yardım edin diye yalvarıyordu.
Müslüman halk ise:
Yansın bu gâvurun evi yansın, diyorlar. Ve kadına yardım etmeden sadece seyrediyorlardı.
O anda Cenabı Zül Celal Hazretleri büyük bir rüzgâr halketti. O zaman ki evler ahşaptan olduğu için, yangın başladıktan kısa bir zaman sonra, alevler diğer evlere de yayıldı. Tabi, itfaiyecilik de o zamanlar tulumbacılar tarafından yapıldığı için, yangını söndürmek için su kifayet etmiyor, alevler gittikçe büyüyordu.
Bunun üzerine, Ebubekir Hazretlerinin müridi olan, itfaiye amiri, dergâha gelerek;
Efendim! Çorum yanıyor, ne olursunuz yardım edin, deyince, müridini kıramaz ve yangının olduğu yere gelir. Orada ki kalabalık topluluğa, İtfaiye Amiri şöyle seslenir:
Çekilin ey ahali! Çorum'un sultanı geliyor. Hacı Ebubekir Baba geliyor.
Ebubekir Baba bir bardak su ister. Besmele çekerek, sudan bir yudum ağzına alır. Ağzındaki suyu yangının olduğu yere doğru "Huu" diyerek üfler ve Allah'ın izni ile o bir avuç su yangını söndürmeye yeter.Orada bulunan halk, bu kerameti görünce bir anda galeyana gelir; Sen ne mübareksin, ver elini öpelim, yaşa! Diye bağırmaya başlarlar.
Ebubekir Baba:
Bunlar hep el öpendir, kerameti gördüler ama ondan sonra her gün keramet isterler daha sonra dağılırlar oğlum" der.
O zamandan sonra artık, Ebubekir Baba, Çorum da, Ebubekir-i Sıddık-i Çorum-i Hz.leri, diye anılır. Seyahat ederken, güneşin yakmasından dolayı, kararmış bir teni olduğu için kendisine "Kara Şeyh" de denilirdi.
-Bir gün, Erzurum'da Mehmet Efendi isminde Evladı Resulden bir zât, rüyasında, Peygamber (sav) Efendimizi görür ve Rasûlullâh (sav) Hazretleri kendisine;
"Evladım, seni kemale erdirecek zât, Çorum'da Hacı Ebubekir-i Sıddık Efendidir. Ona git." diye telkinde bulunur. Rüyayı gören zat da aynı zamanda bir Evladı Resuldür. Mehmet Efendi, kendisini Hakk' a vasıl edecek olan zâta gidebilmek için Erzurum'dan çıkar, günlerce yürür ve Çorum'a gelir.
Önce, orada hacı arkadaşını bulur.Onunla saat meydanında oturur ve sohbet ederlerken, arkadaşı kendisine ne için geldiğini sorar.O da durumu anlatır.Bu arada yolda,kara kuru esmer bir zât, arkasında da iki kişi hızlı hızlı yürümektedir.Hacı arkadaşı, Mehmet Efendiye dönerek, biraz da alaylı bir şekilde:
Ya Hu, senin aradığın şeyh var ya; işte şu karşıda yürüyen adamdır,der.
Mehmet Efendi bir bakar ki, kara ve zayıf biri, kendi kendine:
Yahu bu adam mı benim derdime ilaç olacak? Diye düşünür ve küçük görür. Hâlbuki nefsine uymuştur.Zira Hz.Peygamber (sav) Efendimiz ona, gelmesini telkin etmişti. Ama bir an nefsi galebe çalar.
"Sen koskoca bir evladı resulsün. Bu adam sana ilaç olamaz" der ve geceyi geçirmek üzere oteline gider.
Gece rüyasında; Ebubekir-i Sıddık Çorum-i (ks) Hazretleri ile güreş tuttuğunu görür. Ebubekir-i Baba, Mehmet Efendiyi alır, yere vurur.Birisi evladı resul,birisi de koskoca gönüller sultanı... Sabahleyin kalktığında bir bakar ki… Başı hariç, hiçbir tarafı tutmuyor.
Otel sorumlusuna, bağırarak:
Yetiş Efendi! Der.
Adam içeri girer ve:
Hayırdır Efendim, ne oldu? Diye sorar.
Mehmet Efendi kendisine:
Sormayın, hareket edemiyorum, size zahmet benim bir hacı arkadaşım var, onu bana acilen bir çağırır mısınız? Der.Arkadaşını nerde bulabileceğini de söyler. Adam koşarak gider, hacı arkadaşını getirir.Mehmet Efendi perişan bir halde:
Aman kardeşim, ben gece bir rüya gördüm. Rüyamda Ebubekir Efendi ile güreşiyorduk. Mübarek beni aldı bir hamlede yere yatırdı. Hiçbir tarafım tutmaz oldu. Ne olur, benim için Ebubekir-i Sıddık Çorum-i Hazretlerine git, kendisine durumumu anlat. Beni affetsin, der.
Adam, doğruca dergâha gider. Ebubekir-i Sıddık Çorum-i Hazretlerinin karşısına geçer, Mehmet Efendinin durumunu tafsilatı ile anlatır. Ebubekir Baba, adama:
Evladım o arkadaşın Evladı Resul bir zâttır. Onun bize geleceğini Peygamber (sav) Hazretleri haber verdiler ancak o bizim dış görünüşümüze aldandı, kibirlendi ve bizi beğenmedi. Ondan sonra da bu hale geldi. Biz onu affetmeye affettik ama bir hafta yatması gerekiyor. Bir hafta sonra yanıma gelsin, görüşelim İnşallah" der. Mehmet Efendi, arkadaşından bu haberi alınca:
Kardeşim görüyorsun.Halim perişan, kimim kimsem de yok. Sen bana bir hafta süre ile bakar mısın?", der.
Hacı arkadaşı da, Mehmet Efendiye bir hafta hizmet eder.
Mehmet Efendi bir hafta sonra, Ebubekir Babanın dergâhına gelir. Karşısına geçer ve pişman bir halde diz çöküp oturur. Bu arada Ebubekir-i Baba, oradakilere sohbet etmektedir. Bir ara Mehmet Efendiye dönerek:
Evladım, Mehmet Efendi", der.
O da: -Buyurun Efendim", der ve ayağa kalkar.
Ebubekir Baba, kendisine:
Evladım, seni dergâhın çavuşu yaptım" der.
Mehmet Efendide, o anda acayip garaip haller meydana gelir.
"Allah razı olsun, Efendim." der.
Ebubekir-i Baba sohbetine devam eder. Bir müddet sonra tekrar Mehmet Efendiye dönerek:
Evladım, Mehmet Efendi", diye seslenir.
O da, yerinden kalkarak:
Buyurun Efendim", diye cevap verir.Ebubekir Baba;
Evladım seni nakib yaptım", der.
Mehmet Efendi'de yine değişik manevi haller zuhur eder. "Allah razı olsun Efendim" der ve oturur. Ebubekir Baba, sohbetine bir müddet devam ettikten sonra, yine Mehmet Efendiye hitaben;
Evladım Mehmet Efendi" diye seslenir. Mehmet Efendi:
Buyur Efendim" diyerek ayağa kalkar. Ebubekir Baba;
Evladım seni, nukaba yaptım" der.
Ebubekir-i Baba Mehmet Efendi'ye her nazar ettiğinde farklı farklı manevi haller zuhur eder. "Allah razı olsun, Efendim" der, yerine oturur. Ebubekir Baba tekrar ona dönerek:
Evladım Mehmet Efendi, diye seslenir.
Mehmet Efendi;
Buyurun Efendim, diyerek ayağa kalkar.
Evladım seni, halife yaptım. Git memleketine, orada bulunanları irşad et der, icazetini yazar ve yol verir.
Ebubekir-i Sıddıki Çorum-i Hazretleri, Allah-u Teâlâ Hazretlerinin kendisine vermiş olduğu bu yetki ve maneviyatı ile dervişini bir anda Hakka vasıl edebilecek, büyük bir Mürşidi Kamil zât idi. Onun dergâhına girenlerin, Allah ve Resulünün muhabbetini arzulayanların, sebat ile sabredenlerin, Allah'ın izni ve Evliyaullahın himmeti ile muratlarına nail oldukları bir gül bahçesi idi.
1-MERYEM SURESİ 96.AYET
İMAN EDİP,SALİH AMEL İŞLEYENLER VAR YA , RAHMAN OLAN ALLAH ONLARI SEVDİRECEKTİR (gönüllere)
2-KEHF SURESİ 6.AYET
(EY MUHAMED) DEMEK ONLAR,BU SÖZE (kitaba) İNANMAZLARSA, ONLARIN PEŞİNDE ÜZÜLE ÜZÜLE KENDİNİ HELAK EDECEKSİN !
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
YAPILAN İŞLER NİYETLERE GÖRE DEĞERLENİR.HERKES YAPTIĞI İŞİN KARŞILIĞINI NİYETİNE GÖRE ALIR. KİMİN NİYETİ ALLAHA VE RESULUNE VARMAK, ONLARA HİCRET ETMEKSE,ELİNE GEÇECEK SEVAP ,ALLAH VE RESULUNE HİCRET SEVABIDIR.KİMDE ELDE EDECEĞİ BİR DÜNYALIĞA VEYA EVLENECEĞİ BİR KADINA KAVUŞMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞSA ,ONUN HİCRETİ DE HİCRET ETTİĞİ ŞEYE GÖRE DEĞERLENİR.
İBADETE DEVAM..
ÂİŞE RADIYALLAHU ANHA ŞÖYLE DEDİ:
RESULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
AĞRI, SANCI VEYA BENZER BİR SEBEPLE GECE NAMAZINI GEÇİRİRSE,BİR SONRAKİ GÜNÜN GÜNDÜZÜNDE ON İKİ REKAT NAMAZ KILARDI.